Kumandanın kanal değiştirme tuşuna sık aralıklarla basıyor, durmadan kanal değiştiriyordu. Açılan herhangi bir kanalda iki saniyeden fazla kalmıyor, kumandaya işkence edercesine kanal değiştirmeye devam ediyordu. Televizyon izlemekten ziyade tüm derdi kumandaya azap vermekmiş gibi bir hali vardı. Tuş, devamlı kullanılmaktan diğer tuşlara göre biraz daha aşağıda kalmış, ezilmiş ve üzerindeki üçgen sembol silinmişti. Zaten sembole veya yazıya gerek yoktu. Kumandayı eline aldıktan sonra oturduğu koltuktan bir daha kalkmamış ve hep aynı tuşa basmaya devam etmişti.
Kumanda tuşundaki göçüğün aynısı oturduğu koltukta da oluşmuştu. Devamlı kullanılmaktan rengi hafif solmuş, sadece üzerindeki adamı değil, adamın etrafa saçarak yediği içtiği tüm gıdaları da taşıyordu. Hem içerde hem dışarda. Ağzın kenarından intihara kalkışan yiyecek parçaları, kendilerini -eğer adamın gövdesinden fırsat bulurlarsa- koltuğun köşesine, kenarına sıkışmış halde buluyor, adamın üstüne dökülenlerse, çok uzun müddet sonra fark edilip, bir el hareketi ile halının dibine itilerek çürümeye terk ediliyorlardı. İçeri girenlerin ise büyük bir topluluğun küçük bir üyesi olmaktan başka şansı yoktu ki bu topluluğun halk dilindeki adı “göbek”ti.
Hep aynı yere oturan adamın kolları da aynı şekilde koltuğun dayanaklarına konuşlanmıştı. Üzeri kıl ve kirle kaplanmış kollarından biri koltuğun dayanağından aşağı sarkıyor, arada bir kaşıntı işi görüyor, o vakit adamın göbeğine, saçına, yüzüne doğru bir gezintiye çıkıyor, işini yaptığında ise her zaman bulunduğu yere geri dönüyordu. Diğer kolun ve elin görevi belliydi: Kanal değiştirmek. Devamlı aynı pozisyonda aynı tuşa basmaktan şeklini yitirmiş, hafiften kızarmış bir başparmak ve onun bu çileli haline ortak olan, kumandanın şeklini almış diğer parmaklar, adamın tekerrür eden kanal değiştirme hareketine tahammül etmeye çalışan ve kalp hareketlerinden hiçbir farkı kalmamış hatta ritim bozukluğu olan bir kalbi andıran sinirler, damarlar… Bütün gün acı içinde kıvranıyor ama bunu artık rutin bir hareket olarak algılayan beyin hiçbir rahatsızlık alarmı vermiyordu. Belki de göbeği gibi adamın beyni de yağ bağlamıştı.
Odanın tavanına doğru belirginleşen hafiften dumanlı hava televizyon seyretmeyi zorlaştırsa da adam, bundan ve bu oksijensiz havayı solumaktan rahatsız değildi. Pencereler ve perdeler uzun süredir açılmıyordu. Pencereler dışarı bakılmak istense dışarıyı gösteremeyecek kadar kirli, perdeler ara ara tonu değişse de sarı rengin istilası altındaydı. Oturduğu koltuktan hiç kalkmadığını düşünürsek pencerelerin yerini dahi unutmuş olabilirdi.
Koltuğun aralarındaki ve halının üzerindeki yiyecek kalıntılarının etrafa yaydığı koku, adamın uzun süredir temizlenmemiş vücut kokusuyla birleşerek odadaki havayı gittikçe daha çok zehirliyor, adam bu zehirli havayı soludukça sanki hipnotize oluyor, koltuğa yerleşmeye devam ediyordu. Koltuğa ilk oturduğu andan itibaren vücudundaki değişim bir mumun, yanmanın etkisiyle geçirdiği değişimle eşdeğerdi.
Adam dünyaya televizyon izlemek için gelmiş gibi, aynı noktaya bakmaktan kan çanağına dönmüş gözlerini ekrandan ayırmıyordu. Gözbebekleri, odaklanmayı sağlayan küçük kas hareketlerini yapmayı çoktan bırakmıştı. Kulakları ise boğuk, saniyelik, anlamsız sesleri isteksizce beyne gönderiyor fakat yağlı beyin bu sesleri anlamlı hale getirmeye uğraşmıyordu.
Kanallar arasında dolaşırken televizyon yayını bir anlığına gitti ve ekranı milyonlarca karınca istila etti. Ara ara duyulan cızırtılar ve ekrana tek tük gelen çizgiler yayın gelecekmiş hissi verirken, bir anda tekrar kayboluyor, ekran aynı sessiz karınca istilasını yayınlamaya devam ediyordu. Adam hiç umursamadan ve tuşlara basmaya devam ederek yayının tekrar gelmesini bekledi. Bir aksilik olmadığına o kadar emindi ki, ekranda gidip gelen çizgiler, cızırtılar, karıncalar onu rahatsız etmiyordu. Ne televizyonun sesini kısmayı düşündü ne de televizyonu kapatmayı. Israrla kanalları değiştirmeye devam ediyor, karıncaların her kanalda aynı senaryoyla oynadığı filmi seyrediyor ve odanın tüm duvarlarına çarparak kulağına gelen cızırtıları dinliyordu.
Yavaş yavaş ekrandaki cızırtı azalmaya ve karıncalar yuvalarına girmeye başladı. Ekrandaki görüntü netleştikçe adam görüntünün tam olarak gelmesi için kanal değiştirmeyi bıraktı. O sırada kumandayı tutan kolunda hafif bir sızı, parmakta zonklama, tüm kolda uzun iş temposundan çıkmış derin bir rahatlama hissetti. Ekran üzerindeki karıncalar azaldıkça ekran bir çizgi halinde dönmeye başladı. Çizgi gittikçe bir resim halini aldı ve yavaş yavaş ekrana oturdu. Ekrana oturan resimle birlikte cızırtı kesilmiş yerini çok derinden bir çınlamaya bırakmıştı.
Ekranda, elinde kumandayla pis ve boğuk bir odanın içinde, koltukta oturan bir adam vardı. Gözlerini sanki kendisini seyredeni görüyormuş gibi adama dikmişti. Tıpkı bir aynanın yansıması gibi adamın yaşadığı yer ve adamın kendisi ekrandaydı. Gözleri kan çanağı, kolu damarlı, kirli, göbekli bir adam gözlerini kırpmadan onu seyreden aynı sıfatlardaki adama, kendisine bakıyordu.
Adamın gözbebekleri uzun müddet sonra küçüldü ve ekrandaki görüntüye odaklandı. Televizyondan gelen çınlama sesi kulaklardan girerek beyindeki tüm yağları parçalıyordu. Ekrandaki adamın hareketsizliği ve kendinden emin, sinirli bakışları adamı tedirgin ediyordu. Uyuduğunu ve rüyada olduğunu düşündü. Uzun zamandır televizyondan başka yöne dönmeyen başını sağa sola çevirdi etrafına baktı. Boynundan kütürdeme sesleri geldi. Kütürdemeyle birlikte boynunda oluşan sızı ona rüyada olmadığını göstermiş oldu. Tekrar ekrana döndü. Beynine yayılan çınlama hafiften bir tedirginlik veriyordu vücuduna. Hissettiği tedirginlikle oturduğu koltuktan kalkmaya karar verdi. Kollarıyla sanki karşıdaki bir şeye ulaşmaya çalışıyormuş gibi hareketler yapmaya başladı ama önünde duran göbeği, bulunduğu koltuktan kalkmıyordu. Birkaç kere daha aynı anlamsız hareketi yaptı fakat nefes nefese kalmak dışında bir işe yaramadı.
Ekrandaki adam onu seyredenin yaptığı hareketleri görmüş gibi elindeki kumandayı kaldırarak adama doğru tutmaya başladı. Bunu yaparken gözlerini adamın gözlerinden bir an bile ayırmamıştı. Adamın vücudunu baştan aşağı bir korku sardı. Çakılı kaldığı koltukta kendisini kurtaracak bir şey aradı, o anda sanki ne yapacağını biliyormuş gibi eline kumandayı aldı, ekrana doğrulttu. Silahlarını çekmiş iki savaşçı gibi birbirlerine bakıyorlardı. Adam son bir hamle ile kanalı değiştirmek için her zaman kullandığı tuşa bastı. Bu filmin sona ermesini istiyordu. Televizyondan hafif bir cızırtı duyuldu. Ekrandaki görüntü ilk önce karıncalarla doldu sonra tekrar çizgi halini aldı. Adam kâbustan kurtulduğunu düşünerek derin bir nefes aldı. Alnındaki teri sildi. Kolunu aynı dayanağa koydu. Arkasına yaslandı. Her zamanki oturuş şeklini aldı. Hızlı hızlı atan kalbini ve nefeslerini kontrol etmeye çalışıyordu ki çizgiler tekrar aynı resme dönüştü. Ekrandaki adam kumandayı hâlâ silah gibi tutuyor ve nefret içinde yüzen bakışlarını adamdan ayırmıyordu. Adam kumandayı tekrar doğrulttu fakat bu sefer ekrandaki önce davranarak en üstteki kırmızı tuşa bastı.
Polisler kapıyı kırıp eve girdiklerinde adam ölmüştü. Elindeki kumandayı sıkıca tutuyordu. Başparmağı kırmızı, kapama tuşundaydı.
Ömer Can Coşkun
2 Yorum