Karbonu Kalbinden Vur Gençliğim

Emekli maaşımı çekmek için seçtiğim bir pazar ikindisi göz kenarlarımdaki kırışıklıklara birikmiş yılları üzerimden silkelemek için eve yürüyerek dönüyordum. Niyetim Tabyaaltı’na kadar yürüyüp oradan otobüse binmekti. Yağmur hafiften çiselemeye başlamıştı zaten. Belli ki rüzgâr da birazdan fırtınaya evirilecekti. Boğuk sesli bir adam içli bir şarkı söylüyordu zihnimde. İçimde sandallar alabora oluyordu. Bu anı resmetmeye kalksam peşi sıra intihar eden kırlangıçları çizerdim muhtemelen. Gençlik yıllarımda ne zaman bu hisse kapılsam hıçkıra hıçkıra ağlamak isterdim. Hele ki doğadaki akışın, eşyanın şarkısının farkına vardığım o gün…

Kimya öğretmenliği kariyerimde on yedinci yılımdaydım. Lise birinci sınıfların dersinde bir gün kimyasal denklemleri anlatırken basit bir tepkime denklemi yazmıştım tahtaya. CO (g) + ½ O2 (g) ===> CO2 (g) Sıra denklemi okumaya geldiğinde ağzımdan otomatik olarak belli bir sıraya göre dizilmiş harfler dışarı çıkarken bu kelimeyi aslında söyleyenin ben olmadığımı fark ettim. Karbon monoksit artı o iki denktir karbon di oksit. Karbon? C gerçekten de karbonun mu simgesiydi? Karbon gerçek bir kelime mi? Bugüne kadar nasıl hiç aslını sorgulamadan kabullendim bunu? Ya bu bir yalansa? Ya bir aldatmacaysa? Öğrencilik yıllarım, meslek hayatım, ilmime olan güvenim… Hepsi tek hamleyle sarsılmıştı. Başım döndü. Kalbimin üzerinde örümcek ağı gibi bir sancı hissettim. Teneffüsü zor ettim ve izin alıp dışarı attım kendimi. Gördüğüm her nesnenin adını düşünüyor ve ikisinin uyuşup uyuşmadığını kontrol ediyordum. Ağaç. A-ğaç. Deniz. De-niz. Araba. A-ra-ba.

Heceler lastik gibi uzuyor, oluşturdukları kelimelerden farklı yankılar çiziyorlardı. Beynimde tam olarak havai fişekler patlıyordu. Kelimelerle başlayan oyun hayatın her alanına sirayet etmişti. Kollarım, başım, gövdem gerçekte hangi bütünün parçasıydı? Yaprakla ağacın ünsiyeti neydi? Ben neredeydim? Ne yapıyordum? Tüm bunlar gerçek miydi? Benim olmadığım yerlerde de insanlar yaşıyorlar mıydı? Yoksa ben bir yere gidince orada hayat beliriyor, görüş alanımdan çıkan her şey birden silikleşip kayıp mı oluyordu? Zihin dünyamda düşünceler birbiri ardınca spiraller çizerek uzaya yükseliyorlardı. Bir düşünceden hızlıca diğerine geçiyor hiçbirinde bir sonuca varamıyordum. Başımda müthiş bir ağrı peyda olunca bu sefer soyut olan düşüncelerin somut olan hücreler üzerindeki etkilerini düşünmeye başladım. Nasıl oluyordu da sadece düşünerek vücudumda bir ağrı oluşuyordu? Bütün bunların anlamı neydi? Allah’ım, neredeyim? Gerçek miyim?

Günlerce, haftalarca, aylarca uyuyamadım. Merak ettiğim her şeyi okumaya başladım. Kendimce eşyanın sırrını çözmeye çalışıyordum. Efsunlu bir bilmeceydi bu neyi bulacağımı bilmeden peşinde koşup durduğum. İki yıl aradan sonra enkaza dönmüş hayatımın altından kalktığımda üstümü başımı toz toprak içinde bulmuştum âdeta. İki yıllık sarhoşluğum bittiğinde elimde yeni hiçbir şey yoktu. Bir dairenin üzerinde aç kurtlar gibi bir o yana bir bu yana zikzaklar çizerek koşup durmuş en nihayetinde başladığım yere gelmiştim. Evet, karbonun simgesi C idi fakat karbon derken zihnimde canlanan şey artık başka bir şeydi.

Yağmur hızlanmaya başladı. Sayfiye’den otobüse binip devletin verdiği altmış beş yaş üstü kartımı okuttum. Otobüs iyice hızlanmadan gördüğüm ilk koltuğa oturmaya yeltendim. Mavi yağmurluklu bir kız kendi kendine gülüyordu karşımdaki koltukta. Gençlik diye iç geçirdim, gülmek en çok gençlere yakışıyordu. “Kızım ben ters oturamıyorum, karşıma geçsen olur mu?” diye sordum. Yüzünde güller açarak kalkıp yerini verdi. Kahverengi işlemeli bastonumu kenara bıraktı. Deniz böğürmeye başlamış fakat maviliğinden bir şey yitirmemişti.

İbrahim Halil Aslan

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir