Kara Bulut

Bekir o zamanlar altı yaşındaydı. Küçük yaşına rağmen her sabah babasıyla beraber köylerindeki koyunları otlatmaya giderlerdi. Babası onu götürmeye kıyamasa da Bekir ne yapıp ne edip babasının peşine takılıyordu. Öyle ki sabahları babasından erken kalkar ve babasını o uyandırırdı.  Babası, Bekir’in çobanlığa bu kadar iştahlı olmasına endişeleniyordu. Oysaki onun okul masrafları için çoktan para biriktirmeye başlamıştı. Onun öğretmen olmasını çok istiyordu. Oğluyla ilgili tek hayali buydu. Bu yüzden onu köyden uzaklaşması için yatılı okula göndermeyi bile düşünüyordu. “Hele o günler bir gelsin de o zaman bakarız” deyip düşüncesini kesinleştirmeyi hep ertelemişti.

Yine bir gün, merada koyunlar otlarken, Bekir kuzularla oynuyordu. Onlar gibi hoplayıp zıplıyordu. Bir kuzuyu kovalarken uzaklarda gördüğü bir şey dikkatini çekti. Gördüğü şeye doğru koşmaya başladı. Kuzular da onu takip ediyorlardı. Babası Bekir’in bir anda koşmaya başladığını gördü fakat ona seslenme ihtiyacı duymadı. Oğlunun neye doğru koştuğunu anlamıştı. Ayağa kalktığı yerden onu sadece seyretti.

Bekir’in gördüğü şey çok uzaktaydı. Koşarak ona yetişemeyeceğini anlayınca durdu ve kendini yere bıraktı. Kuzular da onu taklit edercesine yanına oturdular. Bir tanesi Bekir’in kucağına uzandı. Bekir, oturduğu yerden o şeyi seyretmeye başladı. Gökyüzünde hareketli siyah bir şey vardı. Kuş değildi. Önce havada uçuşan siyah bir poşet sanmıştı ama poşet olması da imkânsızdı. Bu şey bayağı uzaktaydı. Muhakkak ki büyük bir şeydi. Ama büyük bir şeye göre de çok hızlı ve kıvrak hareketleri vardı. Bekir adeta büyülenmişçesine seyrediyordu. Kıvrak hareketleriyle ona doğru yaklaşmasını umuyordu fakat o tarafa doğru hiç yanaşmamıştı. Sanki ona doğru gelmeye utanır gibiydi. Tam ona doğru geleceği vakit ani bir hareketle geri dönüyordu. Sağa sola doğru yaptığı seri figürlerle de ortaya çok güzel bir manzara çıkıyordu.

Şekilden şekle giren o şey her ne ise onu çok sevmişti. O şeyi daha yakından seyretme isteği doğmuştu içinde. Derken birden babası, “Bekiiiiir, çabuk gel bu tarafa, çabuuuk” diye bağırdı. Bir felaket haberi verircesine bağırıyordu. Bekir bir anda korktu. Kuzular da Bekir’in babasının davudî sesi nedeniyle irkilmişlerdi. Adeta uykudan uyanmışlardı. Üstelik tatlı bir rüya gördükleri sırada… Bekir tereddütle ayağa kalktı ve babasına doğru yöneldi. Babası tüm ciddiyetiyle onu bir şeylerden sakındırmak istercesine bağırıyordu. Bekir önce etrafına bakındı ve bir tehlike göremedi. Fakat babasının devam eden ciddiyetini görünce hemen ona doğru koşmaya başladı. Kuzular da Bekir’i takip ediyordu. Babasına doğru koşarken “Acaba hayvanlara bir şey mi oldu?” diye düşündü. Zaman zaman yılan, kurt ve yaban domuzlarının sürülerine saldırdığı oluyordu. Fakat köpeklerde ya da koyunlarda sıra dışı bir şeyin olduğu belirtisi yoktu. O da babasına bir şey olduğunu sandığından hızını arttırarak koşmaya devam etti. Nihayet babasının yanına vardığında nefes nefese, “Ne var baba, ne oldu?” dedi. Babası da, “Oğlum, o ileride görmüş olduğun şeyden uzak durmalısın” dedi.

Bekir şaşırmıştı. O kadar güzel görünen şeyden neden uzak durmalıydı ki? O şaşkınlıkla o şeyin ne olduğunu sordu. Babası, “Yavrum o kara bir buluttur. Küçük çocukları gördüğü gibi yutar. Bir çocuğu yutmadan da bu topraklardan gitmez” dedi. Bekir çok korkmuştu. Bir az önce tüm sevgisi ve merakıyla üzerine doğru koşturduğu şeyden artık çok korkuyordu ve ondan nefret ediyordu. “Keşke kara bir poşet olsaydı” diye geçirdi içinden. Babasına, “Ben hemen eve gideyim o zaman” dedi. Babası da, “Hayır olmaz. Sen eve gidene kadar seni yakalayabilir. Burada, yanımda dur. Şu kepeneğin içine saklan. Birazdan gideceğiz zaten” diyerek cevap verdi. Bekir hemen yerde duran kepeneğin içine girdi ve yere kapandı. Gözlerini kapatarak sürekli “Allah’ım ne olur kara bulut beni bulmasın. Ne olur Allah’ım bugün eve gidebileyim” diye dua ediyordu.

Biraz sonra babası, eve dönme vaktinin geldiğini söyledi. Babası kepeneği giydi, Bekir’i de kepeneğin içinde sakladı. Koyunları toparlayıp köye doğru yol aldılar.

Babasının o kara bulut hakkında anlattıklarının hepsi yalandı. Aslında Bekir’e yalan söylemek ve onu korkutmak istemezdi. Fakat uydurduğu bu hikâye ile onu çobanlıktan soğutacağını düşündü. Böylelikle seneye okula başladığında Bekir’in tüm dikkatini okuluna ve derslerine vereceğini umuyordu. Bekir, babasının koynunda korkudan tir tir titriyordu. Bekir’in titremesini hisseden babası, oğluna “Tamam, korkma yanında ben varım” diyerek onu teskin etmeye çalışırken bir yandan da “İyi ki de bu hikâyeyi uydurdum, artık benimle mal otlatmaya gelmez” diye düşündü.

Eve geldiklerinde Bekir sessizce odasına giderken babası da hemen eşinin yanına koştu. Haliyle Bekir’den önce ona olanları anlatıp pot kırmasına engel olması gerekiyordu. Hanımı olan biteni dinledikten sonra Bekir’in korkmuş haline acısa da kocasına hak verdi. Bekir okuluna iyice ısınıncaya kadar bu yalan devam etmeliydi. Önlerinde uzun bir zaman vardı. Fakat yalanın ortaya çıkmaması için Bekir’in kimseyle bu konu hakkında konuşmaması gerekiyordu. Ya da tüm köyün bu yalana ortak olması lazımdı. Babasının aklına bir fikir geldi. Fikrini hanımına söyledi. Hanımı da bu fikrin işe yarayacağı görüşündeydi. Babası, hemen Bekir ile konuşmak için onun odasına gitti.

Bekir döşeğinde sırt üstü yatar halde kara bulutu düşünürken aniden babası kapıyı açarak içeri daldı ve anlatmaya başladı: “Bak evladım, bugün gördüklerin seni çok korkuttu. Koyunları ve kuzuları ne kadar çok sevdiğini biliyorum ama sen de hak verirsin ki bundan sonra kara bulut bu civarlardan gidene kadar seni otlağa götüremem. Ben koyunları otlatmaya götürdüğümde artık sen evde kalacaksın. Burada biraz canın sıkılacak belki ama zamanla alışacaksın. Bir de unutmaman gereken bir şey var: kara buluttan asla kimseye bahsetme. Hani deden bir keresinde üç harflileri anlatmıştı ya sana. İşte bu da üç harfliler gibi onu görmeyen birine anlattığında yanında bitiverir. Maazallah seni ya da bir arkadaşını almadan da gitmez bu köyden.

Bekir, üzüntüsünü ve endişesini belli ederek kısık bir sesle sadece “Tamam” diyebildi.

Bekir bu olayın üzerine bir daha babasıyla hayvan otlatmaya gitmedi. Babasına her akşam eve geldiğinde, “Kara bulut hâlâ oralarda mı?” diye soruyordu. Babasının cevabı da hiç değişmiyordu; “Hâlâ orada,

Bekir ne olursa olsun koyunlarla merada zaman geçirmeyi özlemişti. Kuzularla yeşil çimler üzerinde oynamak istiyordu. Birkaç hafta sonra babası ölümcül bir hastalığa yakalandı ve yataklara düştü. Köyün koyunlarını otlatma görevi de amcasının büyük oğlu Mustafa’ya kaldı. Bekir artık dayanamıyordu. Babasının yataklara düşmesini de fırsat bilerek Mustafa’dan ertesi gün koyunları otlatmaya onu da götürmesini istedi. Mustafa başta olmaz dediyse de Bekir’in ısrarına dayanamadı.

Ertesi gün geldiğinde Bekir çok heyecanlanmıştı. Erkenden kalkmış, annesine ve babasına yakalanmamak için sessizce, evden kaçarcasına amcaoğlunun yanına gitmişti. Mustafa’yla beraber koyunları toplayıp otlağa götürmüşlerdi. Bekir sürekli gökyüzünü kolaçan ediyordu. Bir müddet sonra hareketli kara bulut tekrar göründü. Bekir korkudan ne yapacağını şaşırdı ve hemen Mustafa’nın bacaklarına sarıldı. Mustafa ne olduğunu sorduğunda ağlarcasına “Kara bulut beni yakalayacak” dedi. Mustafa uzaklardaki Bekir’in kara bulut dediği şeyi gördü ve “O kara bulut değil Bekir, o bir sığırcık sürüsü. Onlardan sana bir zarar gelmez” dedi. Bekir çok şaşırdı. Bir yandan sığırcıkların dansını seyrediyor bir yandan da babasının söylediği yalanın sebebini düşünüyordu. Eve döndüklerinde babasına hesap soracaktı ama sonra babasının iyileşmesini beklemenin daha iyi olacağını düşündü.

*

Bekir,  öğretmen olarak görevli olduğu okula doğru giderken gördüğü sığırcık sürüsü onu çok öncelere, ta derinlere götürmüştü. Sığırcıkların kıvrak danslarını seyrederken aklına bu anısı gelmişti. Babasına hesap sormak ise nasip olmamıştı.

Muhammet Emin Oyar

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir