Güçlü Ama Çok Güçlü Bir Rüzgâr

Siyah poşet, cezaevi duvarının jiletli tellerine takıldığında sendeledi. Buraya doğru sürüklenirken verdiği her karardan emin, hikâyenin nasıl biteceğine dair tüm riskleri göze almışken sert duvara çarpmış bir tahta gibiydi sendelemesi. Teoride gelip takılacağı yeri biliyor olsa da dikenli teller kollarından yakalayınca “Nasıl olur?” der gibi kalakalmıştı.

Tam şu an bulunduğu yer, özgürlükle tutsaklığın kesişim noktasıydı. Tüm canlılığıyla gökyüzünde süzülürken aniden cezaevi çitlerine takılan bir poşet ne yaparsa onu yaptı: etrafına bakındı. Renk renk, genç, yaşlı, bezgin ve muzip poşetler vardı. Kimileri capcanlı duruyor, kimileriyse eskimiş, pörsümüş hatta renkleri solmuş vaziyette yok olmayı bekliyordu.

Her birinin umudu güçlü bir rüzgârın gelip onu çitlerin keskin kollarından kurtarmasıydı. Hayatın olağan akışı içerisindeki esintiler ancak dalgalanmalarına yarayacak fakat onları kurtarmaya yetmeyecekti. Öyleyse olağandışı bir şey olmalı, güçlü ama çok güçlü bir fırtına kopmalıydı ki çekip bırakabilsin onları tekrar dışarıya.

Bir gün öyle de oldu… Önce hafif bir esinti başladı. Ardından kara bulutlar yavaş yavaş yürümeye başladı cezaevine doğru. Sonra rüzgârın ıslıkları duyuldu. Gittikçe şiddetleniyor, kapıları dövüyor, duvarlara çarpıp gökyüzüne yükseliyor, aynı anda yerde ne varsa kendisiyle birlikte havaya karıştırıyordu. İşte beklediği an gelmişti genç poşetin. Birazdan çitlerden kurtulacak, tekrar eski günlerdeki gibi özgürlüğüne kavuşacaktı. Heyecanla yükselmeye başladı. Rüzgârla birlikte sevinçten dans ediyor, bir göğe doğru yükseliyor bir alçalıyordu. Diğer poşetlere takıldı bir an gözü. Neredeyse hiçbirinde sevince dair en ufak belirti yoktu. Anlamamıştı. Nasıl olurdu? Ne olursa olsundu, nasılsa birazdan kurtulacaktı hepsinden.

Bu esnada rüzgâr şiddetini arttırıyordu. Artık sert fırça darbeleriyle savruluyordu. Bir taraftan da canı yanmaya başlamıştı. Rüzgârın her hamlesinde dikenler vücudunu kesiyor, kanatıyor, umutlarını söndürüyordu. İlk kez “acaba?” dediği an diğerlerine benzemeye başladığını fark etti. Kabullenmek istemiyordu, mücadeleye devam etmeli, kurtulmak için her acıyı göze almalıydı. Saatler böylece geçti…

Rüzgâr dinip gökyüzü tekrar aydınlandığında yorgunluktan bitap düşmüş, vücudu âdeta paramparça olmuş ve daha çok dikenli tellere batmıştı. Diğerlerine daha çok benziyordu artık. Muhtemelen yakın bir zamanda iyice pörsüyecek ve rengi solacaktı.

Güçlü ama çok güçlü bir rüzgâr en büyük umutlarıydı. Her gün yeni birisi tellere takılıyor ve bu büyük umudun rüyasıyla şarkılar söylüyordu. Tâ ki kendinden öncekilere benzeyene dek…

İbrahim Halil Aslan

DİĞER YAZILAR

2 Yorum

  • Gülce , 21/08/2022

    “Sizin hayır bildiklerinizde şer, şer bildiklerinizde hayır vardır.. ALLAH bilir, siz bilemezsiniz Bakara Suresi 216.ayet” bu ayeti hatırlattı. Kaleminize bereket.

  • Pürsu , 19/08/2022

    Ne de güzel bir hikâye

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir