Gece Yolculuğu

Arabanın kapısını hızlıca kapattı. Koltuğu yatırdı, dikiz aynasını kontrol etti, direksiyonu düzeltti, camı açtı;

– Çabuk ol.
– Tamam geldim.
– Hep böylesin, benim kadar tez canlı olamadın hiç.
– Senin gibi olmak zorunda mıyım?
– Neyse, lafı uzatma da gidelim.

Otoparktan çıkar çıkmaz, ana caddeye yöneldi. Gündüz araba seline kapılan yollar, gecenin bu saatinde şehirle birlikte derin bir uykuya dalmıştı. Geceye dem katan içkiciler, yanıp sönen sokak lambaları, yorgun işportacılar, birkaç ergen haricinde kaldırımlara yoldaşlık eden kimse kalmamıştı. Koltukta doğruldu:

– Koltuğu biraz ittirsene, ayağım pedallara yetişmiyor.
– Arabayı durdur, ayarlayayım.
– Durduramam, geç kalırız.
– Nereye gidiyorduk ki biz?
– Bilmiyorsun sanki kaç haftadır ne planlıyoruz?
– Hımm… Hatırladım, çoktan geç kaldık senin haberin yok.
– Geç filan kalmadık, tam zamanı!

Canı sıkıldı. Radyoyu açtı. “ …etmem şikâyet, ağlarım ben…” böyle bir gece için fazlaca ağırdı. “Saydım, kaç yıl ol…” bilmiyordu, eşlik edemezdi. “Somewhere over the rainbow, blue birds…” Ne diyordu bu? Kapattı. Uykusunun geldiğini fark etti. Uyumamalıydı, camı açtı. Camın kulpu elinde kaldı. “Hay, ben senin…” dedi, dışarıya fırlattı. Yağmur yağmaya başladı. Sileceğin düğmesini aradı, bulamadı;

– Işığı açsana.
– Yine ne oldu?
– Sileceği çalıştıramadım, düğmesini bulmalıyım.
– Sağ elinin altında ya…

Elini direksiyonun altına götürdü. Başparmağının olmadığını hatırladı. İrkildi. İnsan, parmağının olmadığını nasıl unuturdu. Babasının marangoz atölyesi, tahta kesme makinesi, kan kokusu, annesinin çığlıkları… Topyekün aklına hücum etmeye başladılar. Yarım başparmağıyla gözyaşlarını sildi. Burnunu çekti. Sileceği çalıştırdı. Erimiş silecek lastiği sağa sola her salınmasında kulak tırmalayan bir ses çıkarıyordu. “ Neyse” dedi. . Sileceği kapattı; “Yağmur damlaları cama yakışıyor.”

Son kavşaktan sağa döndü. Çehresi değişmeye başlamıştı. Tebessüm, yıllardır uğramadığı bu soluk yüze birkaç dakikalığına misafir olmuştu. Evin önünde durdu;

– Son durak, hadi inelim.
– Sen in, ben burada bekleyeceğim.
– Olmaz, birlikte gideceğiz.
– Buradan sonra yalnızsın.
– Sen bilirsin, anahtarları bırakıyorum. Sakın arabadan bir yere ayrılma, çabuk dönerim.

Ev terlikleriyle çamurlu yollarda yürümeye başladı. Çizgili pijamasının paçaları, çamur banyosunda terliklere eşlik ediyordu. Birkaç adım sonra bahçenin önüne geldi. Posta kutusu gözüne ilişti. Açtı. İçinde 20–25 zarf vardı. “Sonra incelerim”  diyerek göğüs cebine yerleştirdi.

Zile bastı. Çalmıyordu. Arka balkon kapısı genellikle açık olurdu. “ Kontrol edeyim” dedi. Koşar adımlarla arka tarafa yöneldi. Sararmış ağaç yaprakları terliklerine hışırtılarıyla eşlik ediyordu. Dikkat çekmemek için parmak uçlarında yürümeye başladı. “Annem duymasın sürpriz bozulur.”

Balkonun kapısını açtı. Mutfağa girdi. En alttaki dolaptan pasta mumu aldı, yaktı. Cebinden çıkardığı minik kekin üstüne dikti. Merdivenlerden yavaş yavaş çıkmaya başladı.  Bir eliyle korkuluğu tutarken diğeriyle keki düşürmeden çıkarmak için uğraşıyordu. Annesinin odasının önünde durdu. Kavuşma vaktiydi. Dile kolay tam bir yıldır gözü gözüne değmemişti. Saatine baktı. 12.03  “Tam zamanı…” Kapıyı açtı; “ İyi ki doğdun Sultanım! ” . Annesinin yatağının önünde durdu. Sararmış yastığa sarıldı. “Bak anacığım her zamanki gibi doğum gününü unutmadım.” Yastığı nemli parkeye yatırdı. Keki birkaç sağ sol hareketiyle yastığın üstüne yerleştirdi, mumunu üfledi. Kekten ufak bir parça alıp yastığa sürmeye başladı; “Şifa olsun anneme…”

Tam o sırada polis arabasının siren sesi, odaya dolan ışığıyla irkildi. Kıpırdamadan sessizce bekledi. Birkaç dakika sonra iri yarı iki polis ve doktor içeriye nefes nefese girdiler. Doktor;

– Geçen seneki gibi telaşlandırdın bizi, gel bakalım…
– Bari kutlamamız bitseydi.
– Hastanede devam edersiniz artık.

İki polis nazikçe, biraz da çekinerek koluna girdiler. Çıkarken odanın köşesindeki karanlığa döndü; “Sen aradın değil mi? Hani anlaşmıştık, arabada sessizce oturup beni bekleyecektin, adi herif!”

Polisler şaşkınlık içinde önce birbirlerine, sonra doktora baktılar. Doktor gülümseyerek göz kırptı;

“Tanıştırayım, on yedi hayali arkadaşından en genci.”

Mustafa Emre Akçay

DİĞER YAZILAR

5 Yorum

  • Furkan , 18/03/2014

    Yazı bahane oldu efendim. Bu arada üstteki yorumu hangi hal ile yazdığımı kestiremiyorum. Bir kusur ettiysem özür dilerim.

    • Mustafa Emre Akçay , 18/03/2014

      Estağf. ne kusuru ? Ortam sanal olunca bazen duygular karşıya yanlış geçebiliyor. Bilseydim, nükte olduğunu belli etmek için sonuna gülücük koyardım…

    • Furkan , 19/03/2014

      Eyv. şimdi anlaştık.

  • Furkan , 14/03/2014

    İnsanın şizofreni olası geliyor, hemde paranoidinden.

    • Mustafa Emre AKÇAY , 15/03/2014

      Bu kadar teşvik edeci yazdığımı zannetmiyordum ama…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir