Doğum ve Ölüm

Rumeysa Sarıca, zıtların tevhidini yazdı.

***

Tarih: 15 Mayıs Cuma

Yer:  Acı ve Sevinçlerin Barınağı Bir Hastane

Tüm umutlarımla açtığım gözlerimin bugün nelere şahit olacağını kestiremiyordum.

Birimime geçmek zorunda olduğum bir labirent: Acil Servis Saat: 08.40
Ben sağlık personeliyim.

Çoğu insan için adım atmak istenilmeyen, korku ve ümit arasında gelgitler yaşanılan, kimileri içinde yalnızca şükür kapısı hastaneler… Buna da, bugüne de şükür dedirten.
Sağlık personeli olmak; korumak, güçlendirmek, tedavi etmek ve rehabilite etmek demek. Hastasının üzüntüsünü tebessümüyle örtmek, sakinliğiyle gergin ortamı yumuşatmak, desteğiyle acısını dindirmek demek.

Her gün bu düşünceleri tekrarlayarak adımımı atıyordum hastaneye. İşim dıştan göründüğü kadarıyla röntgen, MR, tomografi çekmek gibi görünse de bir hasta için ne denli önemli olduğumu biliyordum. İyi bir çekim iyi bir teşhis demek. Tedavinin ön basamağı benim ellerimden geçiyordu.
Mesaimiz kapalı bir kutuda geçiyor ve sayısız hasta ile düzenli iletişimler kurmak için gayret ediyordum. Ben bir sağlık personeliyim fakat aynı zamanda hastayım. Öğrencilik günlerimin bana kattığı değer yargılarından olsa gerek, öğretmenlerimi bundan dolayı her gün saygıyla anıyorum. Bizlere öğretilen temel prensip buydu çünkü: “Her sağlıkçı birer hastadır aslında.” Yıllar geçse de okulumdan mezun olan tüm arkadaşlarımın felsefesi daima bu oldu. Önemli olan hasta ya da sağlıkçı olabilmek değildi, önemli olan insan olabilmekti.

Bugün rotasyon dolaysıyla MR’da idim.  İlk hastamız  beş yaşında bir kız çocuğuydu.

Dilara Başeğmez,  Yaş: 5,  Cinsiyet: K, Çekim: Beyin MR
Yatan hasta olduğundan dolayı sedye ile getirdiler. Hemen çekime aldım. İç kanama şüphesiyle gelen Dilara yalnızca gözlerini hareket ettirebiliyordu. İçimin acıdığını hissettim o an. Çekime başladıktan sonra annesinin yanında oturan kadınla konuşmalarını işitiyordum. “Ah teyzecim, dün gece yatırdık daha. Canım yavrum ne günahı vardı sanki bunlar geliyor başına.” “Öyle deme kızım isyana düşme. Allah yardım eder.”

Bir yandan dinliyor bir yandan işimi yapıyordum. Hasta olmak gerçekten zor, isyanın önüne de atıyorsun kendini, ümidin kucağına da. İmtihan bu olsa gerek. Çayımı yudumlarken hevesim kaçıyor.
Evet, bir hastanın çekimi biter bir hastanın başlar.  Ve öğle tatili…

Saat: 12.00, Yer: Yemekhane

Tüm sağlık personellerinin acıyı tatlıyı unutarak keyifle yemeğini yediği yer burası. Yemekhane görevlileri, doktorlar, hemşireler, hademeler hep birlikte muhabbet halinde. Hastanenin bir güzel yanının burası olduğunu düşünüyorum. Burası benim mutfağım.
Öğle tatilimin hepsini yemekle ve dinlenmekle geçiriyor değilim. Zamanım kaldıkça servisleri geziyor, hastalarla muhabbet ediyor ve farklı semptomları inceliyorum. Bugün ise aklımda Dilara var. Nöroloji servisi epilepsi, inme, felç gibi birçok semptomun bulunduğu yer. Dilara’nın odasını ararken hemşire hanım yol gösteriyor bana. Oda 248 – yatak 1, ancak odada kimsenin olmadığını görünce hemşire hanım ameliyatta olduğunu söylüyor. Akşamüzeri uğrayacağımı belirterek görevimin başına dönüyorum.

Akşamüzeri Nöroloji servisinde buluyorum kendimi. Kapıdan içeri süzülürken Dilara’nın annesinin ağlamaklı sesini duyuyorum. Hemşire hanım da etkilenmiş olsa gerek , “Küçük Dilara’mızı kaybettik” diyor. Anne ve babasının yapabileceği tek şey  kıyafetlerini koklamakken ona yalnızca dualarımı yollayabiliyorum.

Servisten çıkarken  merdiven başında bir adamın ortalıklarda koşuşturmasına şahit oluyorum. Kimseyi umursamadan sevinç çığlıkları atıyor.
“Baba oldum, Baba oldum!”
Demek ki hayat bu; bir masum gidiyor bir masum geliyor.

Rumeysa Sarıca

DİĞER YAZILAR

1 Yorum

  • filbahri , 04/06/2013

    edebiyat buradan tutunuyor işte hayata.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir