“Göreve atılmak için kim var denildiği zama…” diyordu ki zil çaldı, sesini gürültü yuttu hocanın. Hâlâ bir şeyler anlatmaya devam ediyordu da millet çoktan tüymüştü sınıftan… Bir uğultu, yer yer duyulan saçma sapan çığlıklar arasında yürürken; “Yarınki konvoya geliyon de mi?” diye sordu Mehmet… “Gelirim de bi bayrak ayarlasak var ya. O zaman kim tutar bizi” dedim. Elini yumruk yapıp başparmağıyla Bruce Lee gibi burnuna hızlı hızlı iki defa dokunduktan sonra, suratıma sinsi sinsi baktı. “Oğlum babası il teşkilatında, konvoya katılacağız dersek bez bayrak alır bize” dedi. “ Almaz oğlum dedim, tövbe almaz. Kızlar istese alır da biz istesek almaz.” “Deneyeceğiz şansımızı…” dedi. Denemeliydik şansımızı. Alırsa bayrağı, konvoyda acayip havalı olurduk. Nasıl olsa birinin yanına gittiğimizde “Abi biz de sizinle gelebilir miyiz?” dersek yok demezlerdi ya. Alırlardı bizi arabalarına. Ondan sonra gel keyfim gel, dalgalandır bayrağı, gez şehri baştan sona. Ne güzel dolaşıyordu geçen hafta sonu Hayrettin. Beyaz takım giymiş, arabanın üzerine çıkmıştı. Elinde kocaaaman bir bez bayrak vardı. Amma havalıydı haa. Bir de parti balkonundan avazı çıktığınca bağırarak şiir okumuştu ya… Yahu ne bilir Hayrettin şiir okumayı. Okuyamadı da zaten, eline yüzüne bulaştırdı.
İnsaaan bu su misaliii
Kıvrım kıvrım bakar ya
Bir yandan bakan benim
Öbür yanda Sakarya
Her şeyi bilirdi Hayrettin. Şiiri de en iyi o okur(!), defterin arkasına Nike amblemi, Harley Davidson motorsiklet çizmeyi de bilirdi. Ha bir de sınıfa tuhaf müzik kasetleri getirmeyi. Neydi sahi, Metallica, Karakan, Grup Vitamin… Hayrettin ve arkadaşları teneffüste basketbol oynayıp sınıfa döndüklerinde hep bir ağızdan;
“Karakaaaan en büyük,
Cehennemden çıkan çılgın Türk”
diye bağırırlardı. Türkü çığırırdık Mehmet’le birlikte, gıcık olurlardı. Ferdi’den arka sokakları da söylerdi Mehmet. O Ferdi’den arka sokakları söylerken Hayrettin bahçede kızlarla basketbol oynar, hocalarla pikniğe gitmek için plan yapar, “Ulan İsmail, lan İsmail, İsmaaaail” diye saçma sapan bağırarak sınıfın kapısından içeri dalardı. İşin garibi güzel de Kur’an-ı Kerim okuyordu ha… Bir Abdulsamet taklidi yapıyordu ki görme gitsin. Biz bakıyorduk ağzının içine… Nerden ne zaman öğrendiyse… Mehmet onun bu haline hayret ediyor “Yavvv her ayak var la göbelde” diyordu. Hakikaten de öyleydi. Kırk ayak gibiydi, ayakları da birbirine dolaşmıyordu.
Teneffüs zili çalınca hemen yanına gittik Hayrettin’in. Basketbol topunu almış bahçeye çıkmaya hazırlanıyordu. Artist artist baktı. “Hayrettin dedim, şu bez bayraklardan bize iki tane alsan olmaz mı? Babana söylesen verirler.” “Oğlum herkes bayrak istiyor, babam işin cılkını çıkardın deyip duruyor bana” dedi. “ Ulan Hayrettin, işin cılkı bize gelince mi çıkıyor? Altı üstü iki bayrak, kızlar istese alırsın değil mi?” dedim. Birden aklına bir şey gelmiş gibi gülümsedi. “Tamam lan, iki bayrak getireceğim size” dedi. Of Hayrettin’e bak dedim içten içe. “Hayrettin, yanları altın rengi rozet de ayarlasana.” “Yok hacı, onu herkese vermiyorlar, az yaptırmışlar.” dedi. İyi öyle olsun madem, bayrak alacağız ya, daha ne isteriz diye içimden geçirdim. “Delikanlı adammışsın Hayrettin, biz seni yanlış tanımışız.”
Hayrettin topu koridorda bacaklarının arasında dolaştırmaya çalışarak ilerlerken biz bayrağı alacak olmanın sevinciyle biraz Hayrettinleşmiştik bile… “Karakaaan en büyük, Cehennem’den çıkan çılgın Türk” diye hoplaya zıplaya sınıfa döndük, sırayı yan çevirip para oynamaya başladık.
Okuldan çıkış saati gelmişti. Hayrettin’in yanına gittik. “Yarın unutma bizi haa, söz verdin” dedim. “Okey no problem” dedi gülerek. Gıcık oluyordum Hayrettin’in bu hallerine. Hayrettin uzadı gitti. Mehmet’le eve doğru yürümeye başladık.
Seçimlere de az kalmıştı, bu yüzden şehir bayram yeri gibi olmuştu. Sokaklar parti arabalarıyla dolup taşıyor, balkonlardan bayraklar sallanıyordu. Mahalleye gelmiştik Mehmet’le birlikte… “Bacinik” dedi, “Yarın kayfaltıyı yiyince hemen çıkak.” Bu ara bacinik demeyi öğrenmişti nerden öğrendiyse. Herhalde Kör Halit’in oğlu Rıza’dan öğrenmişti. En çok o kullanıyordu bacinik lafını. Mustafa’yla bisikletlere binip sevdiği kızın sokağında dolaşmak için gittiklerinde, kız balkondayken ona bakacağız diye birbirlerine çarpmışlardı da Rıza; “Çaktırma Bacinik gül gül” diye seslenmişti Mustafa’ya… Herhalde Mehmet de ondan öğrenmişti bu sözü… “Tamam bacinik” dedim gülerek…
Sabah erken uyandım, annem kahvaltıyı hazırlamıştı, alelacele bir şeyler yiyip kendimi dışarı attım. Mehmet’le bakkalın orada buluştuk. Minibüse binip çarşıya indik. Partinin önü kalabalıklaşmaya başlamıştı. Arabalar, birer ikişer cadde boyuna gelecek, parti önünden cadde boyuna yürünüp arabalara binilecekti. Gözlerimiz Hayrettin’i arıyordu. Meydan yavaş yavaş kalabalıklaşmaya başlamıştı. Konvoyun hareket vakti gelmişti ama Hayrettin ortalıkta yoktu. “Ulan Hayrettin, eğer bizi kandırdıysan var ya…” “Gömeriz bacinik.” dedi Mehmet. “Yemin olsun, okula gidince anasından emdiği sütü burnundan getireceğim” dedim. Bekledik, gelmedi, Küfürler ettik. Neyse de artık bayraksız olacaktı. Yürüyerek konvoyun kalkacağı yere geldik…
– “Abi arabada yer mi?” dedi Mehmet
– “Bayrağın var mı?” dedi adam.
– “Abi boş yer var mı?” dedim.
Eliyle yok diye işaret etti bir adam.
– “Abi?” dedi Mehmet
– “Atlayın arkaya” dedi bir ihtiyar.
Şehri dolaşmaya başlamıştık. Müzik son ses açıktı. “Yollara çıkılsın bayraklar alıp” yahu bayraklar alıp da yok ki bayrak. “Abi şu senin bayrağı versen de biz sallasak biraz… Düşürmeyin haaa…” O gün akşama kadar dolaşmıştık şehri… Acayip eğlenceliydi… Ama asıl eğlence Pazartesi olacaktı. Okulun arka bahçesinde Hayrettin’i bir köşeye çekecek, “Yer misin yemez misin…” Hayrettin yalvaracaktı, yapmayın bacinikler diyecekti. O yalvardıkça ben Hayrettin’e “Çaktırma bacinik gül gül” deyip biraz daha biraz daha vuracaktım. Kızlar bunu gördükçe bize hayran olacaklardı. Hayrettin rezil olacaktı.
Olmadı. Çünkü Hayrettin öldü. Okula gittiğimizde bahçede kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. Kızlar ağlıyordu. Herkes şaşkın şaşkın birbirine bakıyordu. Öğrendiğimize göre hafta sonu evlerinin balkonundan düşmüş. Balkonda ipte sallanan bayrakları almak istemiş. Konvoya gidecekmiş. Babasından istemiş de “partiden al!” diye, adam “Olmaz!” deyince kızmış balkondakileri almak istemiş.
Kocaman bayraklarmış. Bezmiş bayraklar. İki taneymiş. Dengesini kaybetmiş. Mehmet hüngür hüngür ağlamaya başlamıştı. Kızlar bize bakıyordu. Çaktırma bacinik diyordum, sesim Mehmet’in sesine karışırken. Çaktırma…
Yunus Emre Özsaray
2 Yorum