
Zil çalar çalmaz dışarıya döküldü bütün çocuklarım yine, sanki kırk dakika boyunca işkence yapmışım gibi onlara, sanki yıllarca tutsak tutmuşum gibi, sanki hemen nefes almazlarsa boğulacaklarmış gibi. Yaşları biraz daha büyük olsa bozulurdum belki, daha çıkmalarına müsaade etmeden, daha cümlemi bitirmeden yerlerinden fırlayan bu minik insanlara. Ama küçücükler daha, birkaç kelime fazladan yazsalar bilekleri ağrıyor, anneleri birkaç dakika gecikse ağlayıveriyorlar, tuvalete gitmelerine birkaç dakika geç izin versem… Kızamıyorum onlara, çok güzeller. Annem hep her canlının küçüğünün güzel olduğunu söyler, evin büyük çocuğu olduğum için biraz zoruma gider ama annem haklı, her canlının küçüğü güzel. Onlar çıkmışken gidip çay içmeyi düşündüm ben de. Çantamı toparladım, masamın üzerini düzenledim, tam çıkacaktım ki Elif’e takıldı gözlerim. Tertemiz, taranmış, ikiye ayrılıp örülmüş saçlarına baktım, ütülü formasına, bembeyaz ayakkabılarına, diğer çocuklara nazaran çok daha düzenli defterlerine… Annesinin özeni hemen fark ediliyordu. Her sabah kahvaltısını yapmış, dişlerini fırçalamış, ütülü formalarını giymiş, saçları taranmış, aklanmış paklanmış halde gelir Elif. Annesi benimle konuşurken de gösteriyor aynı özeni, üzerine düşeni eksiksiz yerine getirmek istiyor. Bunlar elbette ki sadece annesinin hüneri değil. Elif, diğer çocuklar gibi koşup terlemiyor, saçlarını bozmuyor hiç, defterlerini karalamıyor, işi bitince eşyalarını hemen çantasına koyuyor, elleri bazen kurşun kalemle yazmaktan leke oluyor diğer derste yıkamış olduğunu görüyorum, beslenmesini yediğinde hemen ellerini, ağzını, masasının üzerini temizliyor. Aslında o da en az annesi kadar özenli, titiz ve dikkatli. Peki ama… Bunca şeye rağmen… Elif, ne görüyorum sende? Neden bunca güzelliğin karşısında güzel şeyler hissedemiyorum sana, çocuğum. Öğretmenliğin, bilhassa sınıf öğretmenliğinin kutsanmış olduğunu düşünüyorum, yuvalarından henüz ayrılmış minik yavruların dünyaya dair ilk adımlarına tanık olmak, bu adımlara güzel rotalar oluşturabilmek, yolculuklarının evleri dışındaki ilk şahidi olmak… Ben hep böyle şeyler planlarken, bütün çocuklarımı çok severken, hepsiyle en yakından ilgilenmek isterken, onlara çocuklarım derken, neden Elif? Sen neden farklısın, seni diğerlerinden ayıran şey ne? Üstelik yormuyorsun da beni. Akşama kadar bağırdığım, bir türlü lafımı dinletemediğim çocuklarıma karşı bile ufacık bir kötü duyguya yer vermezken içimde, sen bu kadar güzelken, her söylediğimi eksiksiz yapmaya çalışırken kalbimde sana karşı neden?
Üzülüyor muyum sana? Bütün arkadaşların oyunlar oynarken, eğlenirken, senin sınıftan hiç çıkmayışına, yerinden bile kalkmayışına, arkadaşlarının seni kabul etmeyişine, grup etkinliklerinde yalnız kalışına, sesini çıkaramayışına üzülüyor muyum? İletişim becerinin henüz gelişmemiş oluşu, herkese korkuyla yaklaşman, ailen yanında yokken dünyanın kocamanlığı karşısında kalakalışın mı dokunuyor içimde bir yerlere? Sen de diğerleri gibi oyna eğlen istiyorum, sen de mutlu ol istiyorum. Ama biliyorum, bunu sadece sorumluluğum dâhilinde istiyorum. Seve seve tutamıyorum pamuk ellerinden, asgari düzeyde ve soğuk ve de resmi. Seni gördüğümde sarıp sarmalamak gelmiyor içimden. Sana baktığımda minik bir kız çocuğu olduğunu göremiyorum, sevgime, ilgime ihtiyaç duyduğunu biliyorum ama bunu idrak edemiyorum. Tüm bunlara ne engel oluyor? Aynı hatayı herhangi bir arkadaşın değil de sen yapınca daha büyük bir hata oluyor. Sana kızmak geliyor içimden, bağırmak, çağırmak. Ama hangi gerekçeyle? Elif sen hiçbirini hak etmiyorsun. Ben ne yazık ki bunu da biliyorum. Aslında birkaç defa Elif’le konuşmayı denedim ders aralarında ama onunla konuşurken sık sık saate baktığımı fark ettim, kulağımın zilde olduğunu. Ona yardım etmek istiyordum ama… Benimle konuşurken gözlerime bakamıyor, onun baktığı yere geçmeye çalışıyorum, bazen eğiliyorum, sık sık sağa sola geçiyorum ama o yine de kaçırıyor gözlerini, beni çok iyi dinliyor ama sorularıma tek cümlelik cevaplar veriyor. Onu tanımasam benimle konuşmaktan hoşlanmadığını, sıkıldığını, onu bunalttığımı düşünebilirim, böyle olmadığını biliyorum. Nasıl konuşacağını bilemiyor sadece ve ben de nasıl konuşacağını bilmeyen biriyle nasıl konuşacağımı bilemiyorum. “Biri” dediğim Elif, benim öğrencim, çocuğum. Neden bu kadar acımasızım sana karşı, arkadaşlarına kıyamayan tarafım sana neden yüz çeviriyor? Kuşlar kadar korkak ve kırılgan hallerine üzülmek yerine niye kızıyorum? Elif… Güzel çocuğum… Bahçede yürürken elimi tutmuştun bir defa, utana sıkıla gelmiştin yanıma, “Öğretmenim seni çok seviyorum” demiştin, gözlerime bakamamıştın. Ben o zaman bile bir tarafımla kızmıştım sana, avcumun içindeki minik ellerine, bana güzel sözler söyleyişine, tüm utangaçlığına rağmen yanıma gelmiş olmana değil de gözlerini kaçırmana takılmıştım. Elif, benim güzel çocuğum. Seni sevemeyişim, kendime kızmama sebep oldukça, kendime kızmama sebep olduğun için seni sevmek daha zor geliyor. Sevmek böyle hesaplar yapmaz yavrucuğum, ben bunu biliyorum ama anlayamıyorum. Bir gün bana çok kızacak mısın, merak ediyorum. Nasıl hatırlayacaksın beni? Bu soru sık sık tırmalıyor kafamı? Ben bunları düşünedururken zil çaldı. Elif yüzünden çayımı da içemedim. Bunu söylememiş olmayı dilerdim, içimden bile olsa. Ama işte anlayamıyorum. Anlayamıyorum Elif bende neye karşılık geliyor. Bir çocuğu sevmekten mahrum kalışım… Bunu kaldıramıyorum. Gün boyu düşündüm, Elif’e her baktığımda biraz daha kahroldum. Nihayet gün bitti ve çıkış zili çaldı. Utanmasam koşarak çıkacaktım okuldan. Eve geldiğimde yatağımın üzerinde bir hediye paketi buldum, üstelik doğum günüm filan da değil. Böyle darmadağınık olduğum zamanlarda yüce Allah bazen sürprizler yapıyor galiba. Paketi açmadan anneme sordum ne olduğunu, nereden çıktığını durup dururken. Annem, çocuklar gibi şendi, üstelik atlı da değildi. Babanla içimizden geldi dedi. Neden dedim, neden bugün dedim. Çok sorgulamamak gerekir aslında güzel şeyleri ama bu zamanlamanın sebebini öğrenmek istedim. Sonra annem, “Sana da sürpriz yapılmıyor” diye söylene söylene anlattı, birkaç gün önce albümleri karıştırırken bir fotoğrafımı görmüşler, sıcacık olmuş içleri, çerçeveletmek istemişler. Öptüm annemi, gidip hediyemi açtım, fotoğrafıma baktım. Tertemiz, taranmış, ikiye ayrılıp örülmüş saçlarıma, ütülü formama, bembeyaz ayakkabılarıma, kocaman dünya karşısında kalakalışıma… İçim sıcacık olmadı.
Şadiye Sare Kaplan
4 Yorum