“Arka bomboş” cümlesiyle irkilip kendime geldim. Çevremi kolaçan ettim ama nafile. Bomboş değildi, bilakis arabanın arka kapısının önündeki küçücük boşlukta on bir kişi durağımızı bekliyorduk. Muhtemelen yanlış gördü, diye düşündüm. Bir durak sonra, otobüs yolcu almak için durduğunda, ön kapının önüne doluşan yolculardan içeri adımını atan biri aynı netameli cümleyi kurdu: “Kardeşim, arka bomboş, ilerlesenize!” Kendimden işkillenmeye başladım. Acaba ben de mi bir sorun vardı. Boş ve dolu kavramlarının anlamını mı unutmuştum. Kendime sorduğum sorularla savaşırken, adamın arkasından otobüse binmeye çalışan bir genç daha bağırmaya başladı: “İlerleyelim, arka bomboş!” İçimden lahavle çekiyor bir yandan da etrafımı kontrol ediyordum. Hayır hayır, hiç boş yer yoktu hatta akraba olma tehlikemiz bile vardı. İşte ne olduysa o an oldu, otobüsün şoförü ayağa kalkıp arka tarafa doğru döner dönmez “Niye ilerlemiyorsunuz, arka bomboş, sağır mısınız!” deyince birden içinde bulunduğum otobüsün arka tarafının genişledikçe genişlediğini fark ettim ve o andan sonra her durakta yolcu almaya başladık. Otobüs doldukça doluyor ve arka taraf da genişledikçe genişliyordu. Fakat arka taraf genişledikçe ben daralıyordum. Değil elimi, bacağımı dahi kıpırdatacak yerim kalmamıştı. Ve biliyordum, arka bomboştu. Bu kadar kişi yanılmış olamazdı. Ve dilimle tekrar etmeye başladım: Arka bomboş, bomboş, bomboş…
Otobüs ne zaman durağa vardı, işte o zaman dünyanın arka sokaklarının otobüsün arkasından farklı olmadığını gördüm. O bir türlü doldurulamayan boşluktan dünyanın farklı arka caddelerine doğru seğiren yorgun kalabalığın her Allah’ın günü sadece boşluk doldurmaya yarıyor zannedilen gövdeleri şunu anlatıyordu: Darlaşan mekânlarımız değil, insanın insana bakışı. Yoksa bu kadar tıklım tıkış insanın göz göre göre otobüs arkalarında yok sayılması başka nasıl açıklanabilirdi ki?
Sulhi Ceylan
7 Yorum