Ansızın

Aylardan ekim olmalıydı. Bunu, her sabah yürüdüğüm kaldırımların, o gün ıslak ve boş oluşundan hatırlıyorum yahut sabahın ilk saatlerini banklarda gazete okuyarak, nefeslenerek geçiren yaşlıların ortalarda görünmemelerinden de olabilir. Çok değil, birkaç gün öncesi idi. Hoşlanmakla âşık olmak arasındaki en acılı farkı öğretmişti bana. Ben, evet ben, on üç yaşındaki bir kıza âşık olmuştum. Utanmadan, sıkılmadan, korkmadan, sevmiştim onu. On dakika unutur, on saat anlamsızca düşünürdüm. Şuan bile kalbime batan şey, sürekli savrulan saçlarıydı. Her gün akşam okul çıkışında, bir daha hiç göremeyecek gibi bakardım ona. Karşılıksız, nefretsiz… Başkalarından sakınarak izlerdim onu. Gidişini gidişime eklerdim. Büyür ve kaburgalarımdan taşardı kalbim. Anlarlar korkusuyla bir kere bile elimi kalbime götüremedim. Başımı yastığa, ellerimi başımın altına sıkıştırıp odanın tavanını aval aval izlerken, onun özenli bir yumuşaklıkla uyuduğunu düşünür, rüyalarına yürürdüm her gece. Rüyalarımda hep bir kayığa binmiş, kürek çekerken görürdüm kendimi. Kıyıdan sürekli uzaklaşırdım. Yorulurdu kollarım. Yapayalnız kaldığım kayıklı rüyalarımdan yine yapayalnız uyanırdım. Güzel bakardı kara gözlü kız, hele gülerken, bir başka bakardı. Bu yüzden, en yürekten gülüşlerimi hep ona sakladım ben.

Ondan ilk olarak en yakın dostum Halil’e bahsettim. “Seviyorum” dedim, “nasıl oldu bilmiyorum ama âşık oldum ben ona” dedim. Kaşlarının altından baktı bana. “Nasıl yani” deyip, elindeki elmayı ısırmaya devam etti. Belli ki hazzetmemişti söylediklerimden. Mahallenin kızına böyle bir şeyi nasıl yapabilirdim? Haklıydı belki ama gönül ferman dinlemiyordu. Aramızda bir de bu kadar yaş farkı varken, bu ne cahillikti, bu ne serserilikti. Bir gün, iki gün derken göremez oldum Halil’i. Ailesi görüşmemizi istemiyormuş. “Benimle konuşmasın, görüşmesin” diye haber göndermiş kardeşiyle… “Peki” dedim, ya ne deseydim?

O günden sonra tüm mahalleli benden kaçar oldu. Konuşmalarından geçtim, gitgide selamı sabahı da kestiler benimle. Babamın bana bakışlarını hiç unutamam. Hele annemin iç çekişleri, yemek tabağını önüme sertçe koyuşu, susuşu… Susma anne, yapma böyle, ben suç işlemedim ki! Kimseyi öldürmedim, kimsenin parasını çalmadım. Ümit ettiğim herkese, bütün gücümle tutunmaya çalıştım. Yıllar geçti ve nereden, nasıl tutunacağımı hiç öğrenemedim. Canım acıyor, yerini bulamıyorum. Bir sabaha sevinçle uyanmaya hasrettim. Bir baksa, gülümsese, gözlerini örten dalgalı saçını elinin tersiyle bir sürüklese… Eminim bir umut daha büyütürdüm koynumda. Bunun için neler vermezdim kim bilir. Balıkçının asıldığı her kürek denizi değil kanımı çekiyor, anlıyor musun?

Bir gün ansızın taşındılar mahalleden. Böyle şeyler hep ansızın olmaz mı? Nereye gittiklerini hiç kimse bilemedi. Ben de…

On üç yaşında bir kıza âşık olmak ayıp değil, ayıp değil bu anlattıklarım. Utanmadım da… Evet, doğru; on üç yaşında bir kıza âşık oldum ben. Henüz yedi yaşındaydım. Hayatı hiç mi hiç bilmediğim bir yaştaydım. Öğrendiğim ilk şey âşık olmak oldu. Şimdi susmalıyım. Civcivler büyüdü. Yakında tohumlar da patlar. Çiçeğe ümit bağlamadım, açmasa da olur.

Kerim Kolat

DİĞER YAZILAR

3 Yorum

  • gülbe , 18/10/2015

    Bütün övgüler yersizdir. Artık sadece susup anlamak istiyorum.

  • venusten gelen yabanci , 17/10/2015

    güzel bir öykü de, aşk neden hep ansizin gelir?

  • birmektup , 16/10/2015

    çiçeğe ümit bağlamadım ben açmasa da olur…öyle yoksa çiçeğimiz mi olurdu

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir