Kerim Kolat’ın satırları çocukların dünyasında geziniyor.
***
Ayaz’ın bu isteği babasını bir hayli şaşırtmıştı. İnce bir çorapla saksı toprağı istemişti ondan. Son zamanlarda çok garip şeyler istemeye başlamıştı Ayaz. Aynı zamanda hareketleri de günden güne değişiyordu. Odasında daha fazla zaman geçiriyordu. Değişik çocuk kitaplarını okuyor, kâğıtlardan çeşitli şekiller yapıp odasının duvarlarına asıyordu. Kardeşine daha yakın olmuştu. Onunla oyunlar oynuyor, ona harfleri öğretmeye çalışıyordu. Bütün bu olanları oğlunun büyümesine bağlayan Recep Bey, pek de aldırış etmiyordu açıkçası. O, raflardaki ürün fiyatlarını incelemeye devam ederken, Ayaz, bir poşet toprağı sepetin içerisine çoktan bırakıvermişti.
Baba-oğul yol boyunca hiç konuşmadılar. Eve ulaştıklarında güneş batmak üzereydi. Küçük çocuk araçtan iner inmez, eve koştu. Birkaç dakika odalar arasında gezindikten sonra bahçeye indi. Aldıkları çorabın içine saksı toprağını özenerek döktü. İçerisine ise daha önce çiçekçiden aldığı tohumları serpiştirdi. Çorabı her iki köşesinden bağlayıp can suyu verdi. Yaptığı çim adamı bir tabağın içine koyarak bahçenin güneş gören yerine, giriş kapısının hemen yanına koydu. Ayaz bunları yaparken babası onu pencereden izliyordu. “Büyüyor, kendi haline bırakmak lâzım” deyip perdeyi kapadı.
Birkaç hafta sonra Recep Bey, durumuyla ilgili bilgi almak için oğlunun okuluna gitti.
Ayaz’ın öğretmeni Necip Bey onu kapıda karşılayıp öğretmenler odasına geçirdi. Boylu poslu, yakışıklı adam, Ayaz’ın ne denli başarılı, terbiyeli ve gelecek vadeden bir çocuk olduğundan bahsetti, arkadaşlarıyla ne denli uyumlu olmasından, terbiyesinden vesaire… Düşünceli olduğu anlaşılan Recep Bey, sol elinin parmaklarıyla çenesini kaşıyarak dinledi anlatılanları. Öğretmen beyin iltifatları onu bir yandan memnun ederken diğer yandan ise zihninde daha başka sorular oluşturuyordu. Necip öğretmen “işte burası Ayaz’ın sınıfı, görmek ister misiniz?” diyerek Recep Bey’i içeri buyur etti. Gözleri torbalı adamın dikkatini, sınıfın girişinde duran dolap ve içindekiler çekti. Mekânın ne kadar muntazam yapıldığını o an için çok önemli bulmadı. Aradığı şey, kalbini meşgul eden sorulara bulabileceği cevaplardı.
Konuşmadan kopmuştu. Dört raflı, beyaz ahşaptan yapılmış camlı dolabın önünde durdu. Türlü oyuncakların olduğu bir lunaparktan farksızdı burası. Traktör, tenis raketi, telefon, ayıcıklar, bebekler…
Daha fazla uzatmayıp Necip Bey’e, “Buradakiler nedir hocam?” diye sordu. İdealist olduğu her halinden belli olan uzun favorileri ile saçlarının bir kısmı beyazlamış uzun boylu adam; “Bu dolapta öğrencilerin kendileri için en değerli saydıkları oyuncakları var. Öğrenciler bunları ya da kendilerine ait bir eşyayı birbirlerine hediye ettiler. Aralarındaki kaynaşmayı, sevgiyi artırmak adına böyle bir faaliyet yaptık.” diye cevap verdi.
Raflara göz gezdirirken oyuncakların arasındaki çim adamı seçmekte zorlanmamıştı. “Özellikle bu dikkatimi çekti.” diyerek parmağıyla işaret etti. “Ayaz’ın oyuncağı da bu olsa gerek.” dedi gülümseyerek. Öğretmen bey, “Hayır” dedi. “Ayaz’ınki işte bu.” diyerek kâğıtlardan kesilerek yapılmış, el ele tutuşan bir aile resmini gösterdi. “Ayaz’a bunu en iyi dostu olduğunu söylediği Kenan yaptı. Kenan ona çim adamı çok sevdiğini söylemiş. O da kendisine bunu hediye etmiş, Kenan da ona bu aile resmini… Çocukların dünyası işte, bazen anlamakta biz de zorluk çekiyoruz.” Deyip içten bir tebessümle ellerini önünde bağladı.
Bu sözler üzerine parmak uçlarında bir sızı duydu Recep Bey, göğsüne bir ağırlık yüklendi. Kâğıttan kesilmiş olan aile resmi, oğlunun son günlerdeki değişik hareketlerini açıklamaya yetiyordu. İçerisinin soğuk olduğunu henüz fark etti. Hafifçe titredi. Burun deliklerini parmaklarıyla kapayıp bıraktı. Aynı eliyle yüzünü sıvazladı. Yutkundu. Omuzlarını istemsiz bir şekilde yukarıda tuttuğunu hissetti.
Necip Bey, “Ayaz, arkadaşlarını çok seven hayat dolu bir çocuk Recep bey” dedi. Onunla gurur duymalısınız”
“Evet, hocam, teşekkür ederim” diyebildi dişlerinin arasından. Müsaade isteyerek eve döndü.
İlk işi Ayaz’ın odasına geçmek oldu. Akülü bir araba vardı köşede. Birçok ayıcık, çizgi film kahramanlarının üzerinde poz verdiği bir halı, süslü duvarlar, boyalı, fakat ruhsuz, fakat çelimsiz, fakat hayatsız, geleceksiz, çocuksuz!
Yatağın yanına geldiğinde küçük bir gazete parçası dikkatini çekti. Fotoğrafta, iki mezar arasında uyuyan bir çocuk vardı.
İç savaşta öldürülen anne ve babasının mezarları arasında uyuyan, geceleri onlara sarılan saçları kulakları arkasından sarkmış bir çocuk.
Kıyafetleri parçalanmış.
Bacakları karnına çekili.
Üşümüş.
Acıkmış.
Geceleri annesinin uyanıp bağrında uyuttuğu bir çocuk. Dünyanın faniliğine karşı, ahiret hayatının ebediliğini silah yapmış bir çocuk.
Hepinizi Allah’a diyecem diyen bir çocuk.
Hepimizi Allah’a diyecek bir çocuk.
Gözlerini kuruladı Recep.
Abdulkerim Kolat
1 Yorum