Uyumak için soktuğu başını kanatlarının arasından çıkardı. Gece güne dönüyor, her şey zifiri karanlıktan aydınlığa doğru yavaş yavaş yol alıyordu. Etrafına baktı, eşini göremedi. Kanatlarını açtı, hafifçe salladı. Gecenin yorgunluğu her yerine sinmiş, bacakları yorulmuştu. Sıcacık göğsünü yumurtaları incitmeden kaldırdı. Başını eğip bir süre yumurtalara baktı. Anne sıcaklığını tekrar onlarla buluşturdu. Bu buluşmalarda her zaman hissettiği şey, yumurtaların sıcaklığı ile göğüs sıcaklığının aynı yangını barındırmasıydı.
Boynunu kaldırıp tüylerini gerdi. Başını olabildiğince geriye çevirdi. Yuvalarına ev sahipliği yapan ağacın hiçbir dalında eşini göremedi. Oysa onları bırakmaz, bütün gece yuvaya yakın bir dalda gecenin bin türlü halinden korurdu. Keskin gözlerini çevre ağaçlarda bir süre gezdirdi, yoktu.
Acıktığını hissediyordu. Eşinin getirdiği bir gün öncesindeki yiyeceğin artıkları kalmıştı. Yumurtalar yuvadan uzaklaşmasına engel olduğu için, eşi ona yiyecek taşıyordu. Eşinin taze büyük bir avla yuvaya dönmesi ne iyi olurdu.
Doğruldu. Pençelerini açmadan ayaklarını iki yana ayırdı. Vücudunu, uyuşukluğunun gitmesi ve asalaklardan kurtulmak için birkaç kere hızla salladı. Tüylerini gerdi, kanatlarını açtı. Yuvanın ucuna vardı, etrafa baktı. Çevreyi gözlemesi sadece eşini görmek için değil, yuva ile ilgili tehlikelerden de haberdar olmak içindi.
Tekrar yumurtalara döndü, eğildi. Keskin gagasıyla onları incitmeden çevirmesi annelik duygusunun getirdiği sorumluluklardan biriydi. Bunu gün içinde çoğu kez tekrarlıyordu. Yumurtaları saran otları gagasıyla deşip havalandırdı, onları bir süre seyretti. Yakında oradan ayrılacaklar, kendisi ile buluşacaklardı. Hoş, onları orada da hissediyordu ya. İkisi arasında üç dört günlük ara vardı. Acaba büyük olan küçüğe hırçınlık yapacak mıydı, bilmiyordu.
Etrafın aydınlığı, güneşin birazdan dağların arasından görüneceğine işaretti. Büyük kanatlarını açabildiği kadar açtı, yuvada ileri geri gidip geldi. Onlarla enginlere süzülmeyi özlemişti. Yeni yavruların sorumluluğu uzaklardan ve yükseklerden mahrum bırakıyordu. Yiyecek artıklarını büyük dalın dibine topladı. Eşi yiyecek getirmezse bunlarla idare edebilirdi.
Kenardaki dağınık dalları düzeltti. Yuvaya ara sıra çekidüzen vermek, dışarıdan gelebilecek tehlikelere karşı korumak gerekiyordu. Onun için dalları gelişigüzel bırakmamak şarttı. Her zaman güvende hissettiği evini eşi ile beraber yapmışlar, yıllar içinde büyütüp güçlendirmişlerdi. Hafif kanat çırpışıyla en yakındaki dala konuverdi. Güneş, ışıklarını karlı dağlardan yaşadıkları ormana uzatmaya başlamış, gece soğuğu ve karanlığı geride kalmıştı.
Eşi ortalıkta görünmüyordu. Yakınlarda olabileceğini düşünerek seslendi. Bir süre karşılık bekledi. Cevap gelmeyince sesini yükselterek uzun uzun çağırdı, yoktu. Döndü, yumurtalara baktı. Daha fazla soğumaları iyi olmazdı, sıcaklığına ihtiyaçları vardı. Bir çırpıda yuvaya indi, kenardaki kırıntılara baktı, bekleyebilirdi. Yumurtaların iki yanına ayaklarını koydu, çöktü. Vücudunu hafifçe sağa sola sarsıp onları sıcaklığıyla buluşturdu.
Güneş tüm ihtişamıyla ormana ve ormanda yaşayanlara hareketlilik getirmişti. Yavruların acıktığı, günün ilk öğününün yendiği saatlerdi. Taze bir yiyecek, yavrular için güne iyi başlamak demekti ama bu, her zaman mümkün değildi. Taze olan beklenmez, aç yavrular bir önceki günden kalanlarla doyurulurdu. Yemek esnasında itiş kakış yaşanır, büyükler avantajı kullanıp ilk doyanlar olur, bazıları küçüklere yedirmezdi bile. Yuvayı da iyi korumak gerekiyordu çünkü her anne baba yavrularını düşünüyor, o nedenle başka yuvalara saldırabiliyor, yumurtalar ve yavrular zarar görebiliyordu.
Yuvaları, tepelere doğru, yüksekçe bir ağacın üç dalının ortasında, iyi konumdaydı. Dağlardan doğan güneşi ilk karşılayan ve aşağıdaki gölü gören bir manzaraya sahipti. Otların havalandırılması, çalı çırpının düzeltilmesi ve yeni dallarla güçlendirilmesi gibi işleri eşi ile severek yapıyorlardı. Eşi son zamanlarda yumuşak kuru otlar getiriyor, yuva doğuma hazırlanıyordu.
Güneş ortalığı iyice ısıtmıştı. Bu saatten sonra vücut iyice hararetlenir, gagalar açılır, dil sıklaşan nefeslere ortak olurdu. Yavaşça kalktı. Otları gagasıyla havalandırdı, yumurtaların altını üstüne getirdi. Yumurtalara güneş iyice vurmaktaydı. Dünden kalan yiyecek parçalarından birini gagasıyla ayaklarının altına aldı, bir parça kopardı, iştahsızca yerken gözleri yine uzaklardaydı. Şimdi eşi büyük bir avla dönse, getirdiğine ve onun yuvaya dönüşüne teşekkür etse, yumurtaların gayet sağlıklı olduğunu söylese, eşi yumurtalara babalık yaparken o karnını doyursa sonra bakımını yapsa, bir süre yuvadan ayrılıp göklerle buluşsa, özgürce açtığı kanatlarıyla istediği yerlere doğru süzülse, ne iyi olurdu. Ah, keşke, bir gelse! Hiç bu kadar gecikmemişti. Acaba başına bir şey gelmiş, avlanırken av mı olmuştu? Acaba başka bir yuva ve eş bulmuş, yakında doğacak çocuklarıyla tek başına bırakıp terk mi etmişti? Hayır! Yapmazdı! Yemeğini bitirdi, üst dala sıçradı. Bütün gücü ile haykırdı, sesi ormanda yankılandı. Tekrar tekrar seslendi. Diğer kuşlar sesine ses verdi ama o yoktu.
Yumurtalara baktı, güneş ısıtıyordu. Kısa bir gezinti iyi gelecekti. Hem kanatları açılır, belki yiyecek bulur, olmazsa birkaç dal parçasıyla dönerdi. Hızlı olması gerekiyordu, eşi olmadan yumurtaları bırakamazdı. Kanatlarını çırparak yuvadan ayrıldı. Ağaçların üzerinden sessizce süzüldü, aşağıda büyük ağaçların olduğu yere vardı, en büyüğünün üst dallarından birine kondu. Göl tamamen önünde uzanıyordu. Karşı tarafları süzerken eşine bir daha seslendi. Gölün üzerinde dolaşmak için havalandı. Hava akımını buldu, yükseldi. Keskin bakışları uzaklardan gölün ortasına toplanmış balıklara kaydı. Balıklardan birini alıp yuvaya dönmek için karar değiştirdi. Kanatlarını açabildiği kadar açıp hızla çırptı, hızı bir anda inanılmaz arttı. Süzüldü, balıklardan birini hedefine aldı, pençelerini açtı, suya yaklaştığı anda kanatlarını hafifçe toplayıp yavaşladı pençelerini suya daldırdı ve var gücüyle kanatlarına yüklendi. Birkaç saniyede, pençelerinde bir balıkla gökyüzüne havalanmıştı bile. Balık ne kadar debelense de göl geride kalmıştı. Yuvasına bir an önce ulaşma telaşı en kısa yola yöneltti.
Kanatlarını var gücüyle çırparken hâlâ eşine bakınıyordu. Hiç bu kadar ayrı kalmamışlardı. Nerede olursa olsun sesine ses verirdi. Yuvasının da bulunduğu ağaçları görüyordu artık. Av ile inerken kullandıkları yöne süzüldü. İki kuzgunun hızla ağaçların arasına kaçmaları yüreğini birden yakıverdi. Çığlık attı, korktuğu şeyin olmamasını diledi. Yuvaya yaklaşmasına rağmen kanatlarını sertçe çarpıyor, çığlıkları yeri göğü sarıyordu. Yuvaya hızla indi, pençesindeki balıktan kurtuldu, yumurtalara baktı.
Korktuğu başına gelmiş, dünyası yıkılmıştı. Yumurtalar kırılmış, içleri boşaltılmış ve parçaları etrafa saçılmışlardı. Yüreği yangın yeriydi. Kanatları yarı açık ha bire dönüp duruyor, çığlık çığlığa acısını yaşıyordu. Bu anın yaşanmaması için var gücüyle çalışmıştı ama daha dünyaya gelmeden yavruları kısa sürede av oluvermişlerdi. Bir yumurtalara bakıyor, bir uzaklara, çaresizce haykırıyor, etraftaki kuşların korkudan daha uzaklara gittiklerini görmüyordu bile. Zaman geçtikçe çığlıkları azaldı, dönüp durması bitti, kanatlarını yavaş yavaş kapadı. Üst dala sıçradı, duramadı, indi. İçi içine sığmıyordu. Acısı öfkeye dönmüş, pençeleri saldırı halini almışlardı. Yuvanın kenarına yaklaştı, aşağı göl tarafına baktı. Eşi büyük bir avla yuvaya dönüyordu. Kanatlarını gerdi, sesini yükseltti. Eşi sesine ses vererek yuvaya kondu. Sesler karşılıklı çığlıklara dönüşüp yükseldi. Yaşananlar paylaşıldı, suçlamalar yapıldı, sorumluluklar hatırlatıldı.
En sonunda hiç yapmadığı ve yapamayacağı bir şeyi yaptı. Şimdiye kadar özlemle beklediği eşine, öfkesinin toplandığı pençelerindeki tüm gücüyle saldırdı.
Cemil Köksal
1 Yorum