Zencefil

 “Onlara orada bir dolu kadeh sunulur ki, karışımı zencefildir”                                                                       (İnsan Suresi, 17- Elmalılı Hamdi Yazır Meali)

Zencefili çok seviyorum. Toz olanı değil hani şu patatese benzeyeni… Sevgim şöyle başladı:

Hayır! Sağlıklı yaşamaya çalışan, bu sebepten güzel bir bahar gününde Çamlıca’ya, Sultanahmet’e, ya da daha çok cami cemaatinin bulunduğu, Bayrampaşa Merkez Camisi Çınaraltı çay evine (bir arkadaşımla insanları rahatsız etmeden bir köşeciğe sığındığımız güzel parkın içindeki) gidip, yeşilliklerin arasında güzel bir çay içmeyi değil, otellerin en tepesinde bir yere varamadığının gayet farkında olarak yürümeyi tercih eden insanlardan değilim ben.

Sevgili annelerin -annemin- balın yıllardır ne kadar faydalı olduğu üzerine, güzel çenelerinin yorulmasına kulak asmadan söylediklerini dinleyen hayırlı evlat da değilim.

Ben aslında son zamanlarda revaçta olan Balparmak’ın ne bir çalışanı ne de sahibiyim. Ben sadece bal ve zencefil -bitki olanı- ikilisini çok seven duygusal bir insanım.

Her şey 6 ay önce öksürmemle başladı. Hatta bunun üzerine kısa bir yazı yazdım desem inanır mısınız? Elbette dakikalarca bir tür boğmaca halini alan öksürüklerim bana çok da sevimli gelmiyordu ilk zamanlar. Çünkü ne zaman ‘bu sefer otobüsten inmeyeyim yağmur epey hızlandı’ diyerek beynime emir vermeye çalışsam da olmuyordu. Bunu kabullenmem çok zor olmadı, zaten yürümeyi seviyordum. Ama gel de bunu otobüstekilere anlat. Bayrampaşa’dan otobüse binen herkes -her otobüs vatandaşının yaptığı gibi- önce oturacak bir koltuk olmadı ayakta duracak, kendisini Çevik Kuvvet dönemecinin sarsıntısından koruyacak, yani oldukça korunaklı bir alan arar değil mi? Evet, sizin de bildiğiniz gibi öyle…

Olmadı, beni hep gülümseten o zamanları içimden geldiği gibi anlatamadım, komik olmadı. Bu yazıyı okuyan sevgili okur, niyetim seni biraz gülümsetmekti aslında. Bâri şunu bil; ben eskiden balı sevmezdim, zencefili tanımazdım bile. Hikâyenin devamı şöyle;

Her şey aslında çok da komik değildi ve şöyle başladı:

Biraz önce yazdım ya, bir kurban bayramıydı, geçen yılki. Hep yazdığım o mucizelerle karşılaşmadan önceki sıradan hayatımı yaşarken bir öksürük rahatsızlığına tutulmuştum. Biliyorum, biz şehir insanları soluduğumuz havanın kalitesizliğinden olacak azıcık hastalıkta öksürük nöbetleri geçiririz. Ben de tüm bunları zaten siz hasta adayı insanlar için yazıyorum. Yani öksürük nöbeti hastalığına tutulduğunuzda başınıza gelecekleri felaket tellallığını görev bilerek size bildiriyorum.

*Çok öksürürken rahat çalışamazsınız, mesela insanları rahatsız ettiğinizi düşündüğünüz için sık sık lavaboya gitmek zorunda kalırsınız.

*Rahat bir otobüs yolculuğu yapamazsınız. En az 5 kişi yüzünüze bakar, o kesin. Diğer bir ihtimal de “Hasta mısın?” sorusuyla karşı karşıya kalmanızdır ki bilirsiniz insanlar aslında ne kadar daha öksüreceğinizi merak eder. İnanmayacaksınız ama bir istisna yaşamıştım. Yanımda oturan bir bayan nefes sıkıntısı yaşadığımı anlayıp beni rahatsız edeceğini düşünüp koltuğunu bana bırakmıştı, o seyahatte iki koltuk da bana aitti.

*Ha bir de öksürürken, yakın çevrenizdeki kızgın bakışlara maruz kalabilirsiniz, mesela annenizden adeta azar işitirsiniz, öksürdüğünüz için.
Bu arada annem maşallah çok Kur’an okur, kızım hasta der okur, oğlum maçını kazansın der okur, bir de bahanesi yokken daha çok okur. Bir de bana nazar duası okur. Her anne kızına nazar duası okur, bir kibir hâli hissetmeyelim lütfen!

Aslında olayın aslı şu:

İşin özü hasta olduğum süre içerisinde bal-zencefil ikilisinin şifasına şahit olmamdı. Tüm yukardakileri sırf bunun için değil başka bir sebepten yazdım aslında. Çünkü yeni dinledim radyodan, (Reklamın en iyisi: meal programı denince akla Feza Radyo gelir) zencefil Kur’an’da geçen tek baharatmış işte bu kadar.

 

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir