Ben Yaşıyorum, Beni Duyan Yok Mu?

 

Bugün 100. yaşıma girdim. Dile kolay bir asırdır yaşıyordum. Onca yıl kaldığım bu mahallede benim gibi pek çoğunu görmek mümkündü. İnsanların da dikkatini en çok biz çekiyorduk zaten. Gelip geçenler, bazen fotoğraf çekenler, en çok da görmezden gelenler… Beni en çok üzen unutulmaktı. Bulunduğum bölgedeki insanlar gittikçe farklılaşmıştı. Eski mahalleler, top oynayan çocuklar, bayramlarda ilk mahallenin büyüğünün elini öpmek için âdeta yarışan gençler artık yoktu. Çevreme baktığımda bir tanıdık yüz bile görememek beni çoğu zaman hüzne boğsa da komşu olduğum türbe az da olsa teselli ediyordu. Türbenin misafiri olan büyük zatın kaç asırdır burada olduğunu bilmiyordum ama az da olsa ziyaret edenlerinin olması beni de sevindiriyordu. Bu sayede güzel, aydınlık yüzler görüp bir asrın verdiği yorgunluğu üstümden atabiliyordum.

Tanıdık yüzler yerini yabancılarına bırakmıştı ama neyse ki türbelerin hissettirdiği manevi atmosfer birkaç kişinin de olsa dikkatini çekmeyi başarıyordu. Ben de bir akşam farklı bir sohbetin tam ortasında buldum kendimi. Komşusu olduğum türbenin her akşam aynı vakitlerde ağırladığı bir misafiri vardı. Görenler onun türbeyi ilk kez ziyaret ettiğini zannederdi belki de. Çünkü dua ederken kimsenin onu farketmesini istemiyor olmalıydı ki, ellerini bile gizlice, çok az kaldırıyordu semaya doğru. Çok merak ederdim doğrusu, bu çevrede oturduğunu tahmin ettiğim bu genç kız acaba her gün neler istiyordu, ne için dua ediyordu? Çok iyi mi yaşamak istiyordu, üstündeki kıyafetlerin daha da güzelini mi istiyordu?

Bir akşam vakti geldi türbeye. Bu sefer fısıltı halinde ettiği dualar her nasılsa benim duyabileceğim kadar sesliydi. Kendi kendine konuşuyormuşçasına söylediği onca söz beni çok şaşırtmıştı. Dua ederken türbedeki zâtı da anıyor, duasının onun hatırına kabul olmasını istiyordu. İstediği iyi, rahat yaşamak değildi galiba. Anlattıklarına göre, iyi insanlarla karşılaşıp güzel işler yapmak, sadaka vererek yaratıcısını memnun etmek, ilim öğrenmek, insanlara faydalı olmak çabasındaydı, böyle söylüyordu. Ellerini bir şeyler mırıldanarak yüzüne sürdü ve türbeden ayrılmaya niyet etmişti ki, yanına neredeyse benim kadar yaşlı biri usulca geldi. Sonra sohbet etmeye başladılar. Hakikate ulaşmanın yolunu aradılar, uzun uzun konuştular. Hiç tanışmayan bu insanlar nasıl oluyordu da bu kadar samimi sohbet edebiliyordu. Çoğu zaman duyduğum gülüşmeler, buralara yabancı onca insanın beni görmezden gelişi sonrasında bu sohbet bana çok iyi gelmişti. Sanırım genç kızın da hoşuna gitmişti bu konuşmalar, yüzü biraz öncekinden daha fazla gülümsüyordu şimdi.

Onlar evlerinin yolunu tutarken ben düşüne-durdum. Bir asra şahitlik eden yorgun yapım başkalarına sanki artık hiç de ilgi çekici gelmiyor gibiydi. Bin asırlık çınarlar gibi, asırlık bir evdim. Ahşap, insanların döküntü olarak tanımladığı, yenilemek istediği, içini orada yaşayacak kadar güvenli bulmadığı…

Tanımadığım yüzler beni merakla fotoğraflarken, yıllarca birlikte yaşadığım onca insan yanımdan geçip giderken ne beni ne de komşu olduğum türbeyi fark etmiyorlardı bile. Neyse ki her gün ağırladığımız bir misafirimiz vardı.

Yaşlı olan, içilen çaylardan sonra usulca yoluna gitti, genç kız ne ismini öğrenebildi ne de kim olduğunu anlayabildi. Ama hakikat kapısını açacak anahtarlardan birine daha ulaşmıştı.

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir