Şehir Soğuyor
Tokat gezilerimde sürekli karşıma çıkan gerçeklik şuydu: İnsanın kendine yükselmesi. Biz bu dünyaya sıfır olarak geliyoruz, yani bir başlangıç çizgimiz var. Bu işin yönünü belirlemekse yukarı ya da aşağı, yalnızca bize ait seçimler.
Çınarcık köyündeyim. Bu köyde iç dünyanıza konuk olan yeşillikler, daha önce şehirde retinalarımızı saran zehirleri temizliyor. Gözümüze de alan açıyor. Köyde uzaktan duyulan çocuk sesleri, kadınların, vakitlerini besili süt ineklerini sağmakla geçirmesi, erkeklerin hayvanların peşinde koşturuşu… Bütün bu ahenk kulaklarınıza bin yıllık Anadolu serencamının en çıplak sesi gibi geliyor. Ellerinde üvendirelerle sığırların peşinde kendi varlığını toprağa eken köylünün bir ömür boyu tevekkül içinde yaşamasına şahit oluyorsunuz.
Köy yerinde büyük hesaplar olmaz ama küçük hesapların büyütüldüğü olur. Köyde yaşamını sürdürenler her şeye rağmen birbirleriyle iç içe yaşarlar. Dargınlıkları, küskünlükleri hep birbirlerinin yüzlerine bakarak… Peki biz mesafeleri koyduğumuz insanlardan kaça kaça daha kaç kaldırım eskiteceğiz? Kendimizi kollamamız için hangi tırabzanlardan aşağı bakıp korkularımızı kontrol edeceğiz? Eğer kaçacak bir kimseniz yoksa bu sizsinizdir. Kendinizin kurbanısınızdır. Kendi koltuğunuzda kendinizi kelepçelemişsinizdir. Kurbanı olduğunuz kendinizden kurtulmanızınsa tek bir yolu var: Bir merdiven alıp kendinize yükselmek. Sıkıştığınız bu bedende kafatasınızdan dışarı açacağınız bir delik. Bu sizin kaçış yolunuz. Neşteriniz var mı?
Köyde geçirdiğim zamanlarda nereleri dolaştıysam, nerelere kendimi savurduysam hep gözlerimi bıraktım geride. Yıkandığım soğuk sular, başında ısındığım, mandalina kabuklarını dizdiğim hararetli sobalar, oynadığım köpekler, konuştuğum insanlar, güneşin batışını hüzünle izlediğim akşamlar, göz bebeklerimin tanıştığı uçsuzluk… Şimdi hepsini geride bırakmak zorundayım. Tokat günlükleri burada bitiyor. İçimi büsbütün kaplayan keder bir sızılı Türkçe’yle dışarı çıkıyor. İçim… Dışımdaki acıları seyrediyor. İçim, içime daha çok diş geçiriyor.
Her son yeni bir başlangıç. Yağmurlu ve dağları sisle kuşatılmış bir sabaha uyandım bugün. Gitmek, her mekânda beni kovalayacak bir eylem. Ardımda büyük köy türkülerini bırakıyorum. Valizim hazır. Bakışıyoruz. Ellerim onu taşımak zorunda. Kıyafetlerim; ben kokan eşyalarım. Hiç birinin bir mekânı yok.
Bir kaderden diğerine kaçıyorum.
Beni Reşadiye’ye götüren arabanın dönen tekerleklerinde gözlerim. Arabanın en önündeyim. Camlarla bir bir buluşuyor yağmur taneleri. Arabanın tekerleri olabildiğince hızlı dönüyor. Ellerimi hissediyorum ve şehir gitgide soğuyor.
14 Yorum