efendim, mâzi lezizdir derdi abdülhâk şinasî bey. kendilerinin ahirete intikali hayli zaman oldu. nevzuhur birçok muharrir peydâ oldu. dünya değirmeni dönüyor vesselâm, böylece de bizleri öğütüyor. mâzi dedik, abdülhâk şinasî bey, teşrif etmezlerdi lâkin yine de pek muhabbetli bir meclis, bir irfan sofrası teşekkül ederdi ki mekânı küllük nam kahvehaneydi, bu zalim “değişim” lakırdısının istanbul’u vurmadığı günler idi. sitayiş edeceksiniz ki muharrem beyciğim nereden icap etti şimdi bu mâzi tülünü aralamak, göz pınarlarımızın bendini açmak.
hürmete pek layık kârii; hınzır, anasının gözü bir akranım var. kendisi şimdilerde zeman kazatası nam mevkutede birtakım dedikodu, gıybet kâbilinden herzeleri mak’ale adıyla neşretmektedir. bileceksiniz, sureti muşmula, sireti kumkuma bir kimsedir, irfan külyutmaz deyu hitap olunur bu zata! bu külyutmaz denen ile biz, işte bu mazide kalan küllük nam mecliste tanış oldu idik.
evvelsi gün, “the marmara” deyu uğursuz, hayırsız bir ad ile çağrılan hotelin lobisinde paris’ten gelen birkaç ecnebi muharrir ile sohbet etmekteydik. nerden peyda olmuşlarsa olmuşlar, irfan külyutmaz denen zat ile onun kuyruğu hilmi yavız denen müteşair birdenbire yancağızımızda bitiverdiler. âsabım bozuldu lâkin belli etmedim. hem müteşair hem de külcü irfan efendi’yi içten içe sevindirmek istemedim. hemencecik müsafirlere pintiştiler. a birader, hiç mi ecnebi muharrir ile muhatap olmadınız! müteşair hemencecik, bu ecnebi muharrirlere zölfü’yle nedim gürsel’i çekiştirdi! aman allah’ım, bu kaymakam evladı müteşaircik, hapşırsa mikrop değil haset saçıyor, hafazanallah!
külcü irfan efendiyle çekişsek, döğüşsek dahi bir hukukumuz vardır, bir mazide mülayki olurduk. hatır gözettim, sözümü yuttum. ecnebi muharrirleri de alıp oracıktan kaçtım. bu ecnebi oryantalistleri de idrak etmek ne mümkün birader, illa şeyh galip’in türbesine ziyaret eyleyelim deyu tutturdular. dalıverdik “istiklâl caddesi”ne!
mübarek cumanız hayr olsun, bir dahaki mak’alede mülayki olmak niyazı ile…
2 Yorum