Çetrefilli Perşembe’ye Nazire

Bu metin Celal Kuru’nun “Çetrefilli Perşembe” yazısına nazire (karşılık) olarak yazılmıştır. Metnin göndermelerinin anlaşılması için iki yazının birlikte okunması gerekmektedir.

***

07.00 Alarm çalar ve gün başlar. Havanın henüz aydınlanmamış olması bazen can sıksa da bir süredir bunu aşmaya niyetli olmanın huzuru içimdedir. Niyet gayrete dönüşünce rahmettir derler ya o hesap işte. Bir yerde okumuştum: “Sabah uyanır uyanmaz ilk aklınıza gelen şey en çok önemsediğiniz şeydir.” diye. Bu sözü okuduğumdan beridir ilk olarak sabah namazını düşünmeye gayret ediyorum. Gün doğmadan, güneş ağarmadan güne hazırlanmaya çalışıyorum. Bunun dışında akla düşen her şey sabah sabah huzursuzluk vermekten öteye gitmiyor.

08.00 Okula geçeceğim. Yani mecazi gardiyanlık yapmaya. Talebeyi öğrenci yaptığımızdan beri öğrencilik parasız işçilik oldu. Herkes okuyor ama ilme talep zayıf. Okumak denilen şey okullara gelme gitme.

Büyük şehirde yaşıyorsan birkaç esaretten kurtulabildiğini kâr sayıyorsun. Okula geçtiğim saatlerde duraklarda pek insan kalmıyor. Birkaç durak mesafeye gidecek, daha erken saatlerde yollara düşen kalabalığa göre yüzleri daha az gergin insanlara selam vererek geçiyorum okuluma. Bu saatlerde insanlara selam verilebiliyor.

09.00 Biraz önce “okuluma” diye bitirmiştim cümleyi. Zira idari görevimiz var. Bizim kurumlarda aslında patron yoktur. İşverenimiz devlet. Biz de memuruz ancak kurumda yöneticilik yaptığınız zaman kurum sizinmiş gibi davranmanız gerekiyor. Siz o idealde olmasanız bile sistem bunu size zorluyor. Hiç göreviniz olmayan değişik görevleriniz varmış gibi hissetmeye başlayabiliyorsunuz. Örneğin su veya elektrik tesisatıyla ilgili bilginiz olmasa bile bir sorun çıktığında muhakkak ilk müdahaleyi etmeniz beklenebiliyor. Hatta bir öğrenci fenalaşsa acil tıp teknikeri, bir kavga çıksa polis, personel ödemeleri ile ilgili konularda muhasebeci olmanız gerekiyor. Bunların yanında zaman zaman psikolog, sosyolog olmak gerekliliği hissiyatı da yüklenebiliyor. Saat dokuz olunca çocuklarla aynı mesainin farklı kıyılarında günü geçirmeye başlıyoruz.

11.00 Pandemi döneminde, eğitimin öneminin anlaşıldığını düşünmüştüm. Okullar kapalıydı ve öğretmen ve öğrenciler canlı ders adı altında yarı uyur yarı uyanık bir faaliyet içinde zaman geçirdiler. Feryat figan okulların açılması gerektiği ve açık tutulması için gayret gösterilmesinin zorunlu olduğu yazıldı. Fakat gelin görün ki mesele alışılagelmiş düzenin sekteye uğramış olmasıymış. Çocuklar okullarında iken aileler rahat. Yoksa eğitime aç kalmış pek de insan ortalarda görünmüyor. Cahil olunca her şeyi bildiğini zannediyorsun ya, sanırım dayanak da bu zan.

Ya da kırılan kapı kollarını, duvardaki ayakkabı izlerini, lavabolardaki kırık dökük sabunlukları görmek beni bu düşünceye itiyor.

Toplumun bu şekilde olması kimlerin hoşuna gidiyor aslında merak etmiyor değilim.

13.00 Ne yiyelim? Yirmi dakikada ne yenilebilir ki? Öğrenci mesai düzeninin altın kuralıdır: “Uzun aralar ve başıboş öğrenciler sorun oluşturabilir.” Bu kural nedeniyle yemek aramız yirmi dakika. Daha uzun ara verilmesi durumunda öğrenciler yediklerini kavga faaliyetleri ile eritmeye gayret ediyorlar. Onlara da hak vermiyor değilim. Tüm çayırları yok ettik. Bulduğumuz her boşluğa apartman diktik. Çocukların nerede oynayacakları, arabaların nerelere park edebileceği kadar mevzu olmadı hiç. 80 metrekare evlerde ya yatağın ya da dolabın anca sığacağı odalara yerleştirdik geleceğimiz dediğimiz çocukları. Onlar da hep açık pencere aradılar, baktıkların ufuklarda betonlaşmamış manzara resmi görmeyi arzuladılar.

12 yıllık mecburi eğitim sistemi içinde materyalist düşünceyle yoğruldular. Hepsi ya müteşebbis ruhlu veya sistemin koruyucusu koltuk sahibi insanlar olmaya zorlandılar. Sonunda bir noktada tepkiler de doğmaya başladı. Tüm hayatı kocaman bir hapishanede hissiyatı ile geçiren insanlar neden tepki vermesin ki? Tabiî ki kavga kötü bir tepki ve şiddet iyi bir şey değil. Kavgalar yanlış fikirlere karşı mücadeleye, şiddet ise doğruyu savunma güdümüzdeki enerjimize dönüşse daha mı güzel olurdu acaba?

15.00 Gözlerin yavaş yavaş saate bakmaya başladığı anlardayız. Bazı sınıfların dersleri bitiyor ve öğrenciler gidiyor. Onların gidişine iskelede vapura el sallayanlar gibi bakan henüz dersi bitmemiş sınıflardan arada sıvışanlar da oluyor.

Komşu firmamız bizim öğrencilerden şikâyetçi. Onların sayesinde okulun duvarlarında zayıf noktaları öğrendik. Oralara jiletli teller çekerek güvenliği artırdık. Artık sadece dersi biten sınıfların içerisinde kaçma şansları var. Ve de ne yaparsak yapalım bu şansı kullanmak isteyen öğrencilerimiz oluyor. Kaçtılar diye not düşüp tekrar geldiklerinde hesap soruyoruz. Ki tekrar tekrar geliyorlar ve bizler tekrar tekrar soruyoruz: “Neden kaçtın oğlum/kızım? Ya sana bir şey olsaydı!”

Mesai saatleri içinde sorumlusun ama mesai saatleri dışında bir sıkıntı yok. Vicdan rahat.

17.30 İnsan bir şeyi zorunlu olduğu için yapıyorsa aslında yapmıyordur. Zorunluluk hissi insanı üstünkörü iş yapmaya veya riyaya itebilmektedir. Ama insan seviyorsa o zaman zorunlu olanı da fazlasını da gönüllü olarak yapar.”

Okul çıkışı bu cümleler aklımdan geçiyor. Önce öğrenciler, ardından öğretmenler son zil ile hızlı bir şekilde okulu tahliye ediyor. Emin olun yangın, deprem gibi ani durumlar için yapılan tahliye tatbikatlarında bile okulu bu kadar hızlı tahliye edemiyoruz. Birkaç dakika içerisinde yüzlerce insan okuldan uzaklaşmış oluyor.

19.30 Bir süre kitap okuyorum. Uzun bir süredir aynı anda birkaç kitap okuyorum. Hatta okuduğum kitapları sınıflandırdım. Uyku öncesi, sakin zamanlar, sabah vakti, odamda… Bir kitabı ona ayırdığım zaman diliminde okumaya gayret ediyorum. Müptelası olduğum bir dizinin saatini bekler gibi bekliyorum bazen o kitabı okuyacağım saati.

Kızım da okumayı söktü, çok şükür. Evde her şey yerinde olduğunda okuma saati yapılabiliyor. Ailelere, sürekli  evde okuma saati faaliyeti yapılması tavsiyesinde bulunuyoruz. Ancak bunun ön şartları da olur bizim evde. Öncelikle “Her şey yerli yerinde olacak.” Bu tabirin ne anlama geldiği annelerce malumdur. Eğer bir kırlent, olması gerektiği yerden bir miktar farklı bir bölgeye doğru meyil etmiş ise veya halı, salona göre simetrik bir pozisyonda bulunmuyor ise “her şey her yerde” sözü devreye girebilir.

Eşyaların pozisyonundan okumaya odaklanabilirseniz güzel bir okuma saati geçirebilirsiniz.

20.30 Ülkemizde tamamlayıcı eğitim faaliyeti ev ödevleridir. İyi bir öğretmen bol ödev veren ve velinin akşamını öğrenci başında geçirmesini sağlayan kişidir. Hem kendisini iyi bir öğretmen statüsüne dâhil ederken hem de akşama kadar öğrencilerle geçirdiği zamanın bir nevi rövanşını velilerden alır.

Sistem insanları paranın, makamın, şöhretin kölesi olmaya zorlar. Küçük yaşlardan itibaren iyi bir kariyer inşâ etmeyi düşünürüz çocuklarımıza. Hâkim cübbesi veya doktor önlüğü içinde hayal ederiz çocuklarımızı. Bu nedenle, bu makamlara ulaştıracak sınavlar mühimdir. Sınavlar mühim olduğu için gidilecek okul önemlidir. Hatta kurs merkezleri, ders dışı aktivite yapacakları yerler…

İtina ile yontuyoruz Azer misali. Herkesin gıpta ile bakacağı ve öve öve bitiremeyeceği bir evladımız veya evlatlarımız olsun diye uğraşıyoruz.

22.00 Kul olarak uyandığım günde memur, amir, veli, baba, eş gibi sıfatlar yüklendikten sonra tüm bu sıfatları bir kenara koyup kendim olma vakti geldi mi diye soruyorum. Gün içinde faydasını düşünmeden neler yaptığımı sorguluyorum. Acaba tefeci miyim?

22.19 Korsan yayın avındayım. Bir ân telegram sohbetinin olduğunu hatırlıyorum. Üşüyerek o kan dondurucu konuşmayı dinlemeye gidiyorum.

Ali İhsan Bilgiç

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir