Avrupamerkezcilik Nedir?

Biz Avrupalılar yeryüzünün geri kalanının efendiliğini yapmaktayız.
Bu duruma diğer uluslar epeydir itiraz ediyorlar ve itirazları muhtemelen artacaktır.
Artık dünyadaki yegâne halk olmadığımız gerçeğine uyanmanın zamanı değil mi?
-Marshall G. S. Hodgson (1922-1968)

Doğu’dan Batı’ya “Europe”

Medeniyet kavramı, modern öncesi ve sonrası olarak iki farklı anlam bakımından kayda değer görülür. Modern öncesi dönem için ahlaki ilkelerin muhafaza edildiği, irfânî geleneğin güçlü olduğu düzen akla gelir. Modern döneme geçiş ile bu kavram Avrupalıların meydana getirdiği düzen anlamı kazanmıştır. Avrupa siyasi, iktisadi ve kültürel farklılıkları ortadan kaldırmayı amaçlayan ve bu hedefe büyük ölçüde ulaşmış bir medeniyet olarak önemlidir. Günümüzde de medeni olmak demek Amerika/Avrupa medeniyetinin mensubu olmaktan öte bir anlam taşımaz. Taşıyor olsaydı bazı düşünürlerin İslam/Türk paradigmasının varlığını öne sürerek yaptıkları medeniyet tanımları sonuçsuz kalmazdı. Bu yüzden medeniyet Avrupa medeniyetidir. Haliyle Avrupa kavramının çıkış noktasını anlamak birçok açıdan kolaylık sağlar. Avrupa’nın ilk izlerini Antik Yunan mitolojisinde, Zeus‘un Europe ile Lübnan’daki mücadelesinde görürüz. Bu kavram, zaman içinde mitolojiden koparılmış, Doğu’dan Batı’ya transfer edilmiş ve önemli dönüşümler geçirerek bugünkü anlamını kazanmıştır. Yani Avrupa bir Doğu ürünüdür. Doğu’dan Batı’ya Avrupa düşüncesiyse bir kimlik ihtiyacı nedeniyle doğmuştur. Zorunda oldukları durum ise Avrupalıların yüzyıllar boyunca Türkler tarafından coğrafi olarak verimsiz topraklarda yaşamak zorunda bırakılmış olmasıdır. Dolayısıyla bu kimliği doğuran temel faktör Türklerdir.

Avrupalılar, kıstırılmış olmalarını Türkleri barbar ve kâfir gibi sıfatlarla tanımlayarak birleşme yoluyla çözdüler. Bu durum, farklı dönemlerde değişik isimlerle anılsa da Türklere karşı birleşebilen bir toplum yapısı her dönem varlığını korudu. Çünkü tüm farklılıkları bir kenarı bırakmadıkları takdirde kalan bir avuç toprakta ellerinden kayıp gidebilirdi. Yani bu durum Avrupalılar için bir varlık mücadelesiydi. Şunu dememiz yanlış olmaz, “Avrupa Birliği” bir Türk eseridir. Bizim baskılarımız nedeniyle Avrupa’nın çok karakterli toplum yapısı, güçlü tarihsel bir kökene ve kimseyi rahatsız etmeyecek ortak bir çatı isme ihtiyaç duydu. Dinsel ya da ırksal farklılıkların ötesinde daha kuşatıcı bir isim olmalıydı ki Avrupalılar, sadece belirli koşullarda değil, her koşulda birliği sağlayıp, mücadeleyi devam ettirebilelerdi. Bu nedenle, kendilerini Doğu’dan soyutlayarak Batı’ya entegre edecek bağlantıyı “Europe” (Avrupa) isminde buldular. Europe, Doğu kökenli de olsa, temsil gücü tutarsız da olsa bu problem göz ardı edilmiş ve tarihin kesintiye uğramayan tek manipülasyonu vücut bulmuştur. İşin ilginç tarafı Yunanlılar, günümüz Avrupa coğrafyasında yaşayan toplumları insandan bile saymazdı. Barbar olarak kabul ederlerdi. Nihayetinde ironik bir şekilde Avrupalılar kendilerini ilişkisiz olmasına rağmen Antik Yunan’a dayandırdı. Antik Yunan’ın sırtına çıkarak tarihî bağlantılarını ve kültürel kimliklerini inşâ ettiler. Bu çabalarının meyvesini de aldılar.

Genel hatlarıyla bahsettiğim bu dönüşüm ilerlemeci tarih anlayışının doğuşunda da etkili olmuştur. Çünkü onlar açısından tarihsel akış daima ileriye doğrudur. Bundan dolayı da Hegel ilerlemeye katkısı olmayan toplumları tarihsiz toplumlar olarak kabul etmiştir. Niye böyle kabul etmiş diye sorarsınız, yok ettikleri insanlara başka türlü kefen bulamayacakları için derim. Zaten çok geçmeden Aydınlanma filozofları tarafından tarih felsefeleri yoluyla bu sistemin düşünsel temelleri atılarak Avrupa üstünlüğü meşru hale getirildi. Uzun bir süre boyunca birçok metin kaleme alındı. Bu metinler aracılığıyla emperyalist iştahları kabarıyordu. Gittikçe yayıldı, yayıldı ve sömürge topraklarında bile bu fikirler kolaylıkla kabul ettirilir hale geldi. Diğer yandan bu metinler, doğa bilimlerinin evrimine de rehberlik ederek Avrupalıların üstün ırk olarak kabul edilmesine zemin hazırladı. Nihayetinde Avrupalılar Türk tehdidinden uzak, emperyal faaliyetlerle yaşadıkları verimsiz toprakların sınırlarını aşmış duruma geldi. Böylece dünya genelindeki tüm imkânları ele geçirme fırsatı doğdu. Bütün bu olan bitenlerden sonra medeniyet kavramı ahlaktan soyundu, canavarlaştı. Bu açıdan Âkif’in medeniyeti canavar olarak nitelemesi şiirsel imge değil, tarihsel bir gerçek olarak karşımıza çıkar.

Avrupamerkezci Paradigmanın Eleştirisi

Avrupamerkezcilik kavramı ise Avrupa’nın bu evriminin sonunda ortaya çıkmıştır. Yani iş işten geçtikten sonra… Batılı eleştirmenlerin ilk ciddi itirazları, dünyada sadece Avrupalı kimliğine sahip insanların yaşamadığı, farklı kültürlere de alan tanınması gerektiği yönünde idi. Bu düşünce, Avrupa toplumu içinde anarşist olarak nitelendirilen düşünürlerin çabalarıyla güç kazanmış ve Avrupamerkezcilik kavramını doğurmuştur. Bu kavram, Avrupa medeniyetinin icat edilmiş tarihsel arka planına yönelik ilk ciddi eleştirilerin yirminci yüzyılda ortaya çıktığı zamanlarda belirginleşmiş ve günümüze kadar varlığını sürdürmüştür. Bu kavramı ortaya atanlar şöyle bir geriye dönüp baktıklarında ne görmüş olabilirler ki, böylesi sert bir eleştiri yoluna girmiş olsunlar?

Gördükleri şeyler çeşitli kaynaklara göre sayıları elli milyondan beş yüz milyona varan işkence ve katliama maruz kalmış topluluklardan başkası değildir. “Modern Avrupa Medeniyeti” denilen olgu acının da tarihidir. Bu nedenle bazı insaflı Avrupalı bilim adamları yaşanan katliamlar, acılar, işgaller nedeniyle insafa gelip tüm tarihsel dönüm noktalarını eleştirme yoluna gitmişler. Bu yorum elbette geçerli olabilir fakat bir noktada yanıltıcı da olabilir. İsmet Özel, Avrupamerkezci paradigmayı eleştirenlerin tehlikesinden bahseder. Onları Avrupa’nın işlevini kaybettiği yönlerini tekrar güçlendirme, harekete geçirme için vazifeli görür. Yani Avrupamerkezci paradigma öylesine güçlüdür ki, kendi eleştirisini de başkasına bırakmadan kendi üstlenir, dünya sistemindeki yerini tahkim eder. Bu yorumunda tutarlı olduğu söylenebilir. Nitekim birçok oryantalist geçmişte yapılan katliamların faturasını Avrupalılara keserek, yeni sömürü yolları açabilmenin yollarını aramıştır. Yine de bizim için Avrupamerkezci paradigmanın eleştirilmesi ve metin üretilmesi her açıdan yararlıdır. Çünkü tarih bilgisinin tetkiki geleceği inşâ etmekten çok bugüne dek başımıza neler geldiğini, içinde olduğumuz düzenin bizi nasıl dönüştürdüğünü gösterir.

Avrupamerkezciliğin Tanımlanması ve Tarihsel Çarpıtmalara Örnekler

Avrupamerkezcilik, Avrupa’nın sosyo-kültürel, siyasi ve iktisadi alanlarda kendini ön plana çıkarması ve kendi dışındaki hiçbir unsura -işine yaramıyorsa- yer vermemesidir. Bu durumu yerli ve yabancı birçok düşünür ele almış, tartışma konusu kılmıştır. Samir Amin, Avrupamerkezciliği eleştiren önemli isimlerden biridir. O, Avrupamerkezciliğin sorgulanmasının ucu doğrudan doğruya tuzu kurulara dokunur diyerek, Avrupa evrenselciliğinin baş aktörlerine işaret eder. Aslında bu ifade, yapılan eleştirilerin ne ölçüde başarılı olacağını da gösterir. Tarihsel arka planına baktığımız zaman hayatın her alanında izleri görülen çarpıtmalar ve bu çarpıtmalar vesilesiyle oluşturulan dünya düzeni görülür. Bu düzen, bütünüyle algılar üzerinden tasarlanıyor. Ders kitaplarından sinemaya, bilimsel faaliyetlerden siyasi söylemlere kadar uzanan manipülasyonlar, en dirayetli bilinçlerde bile karşılık bulabiliyor.

Bunun en yalın örneği ise 1492 tarihine yaklaşımımızda saklıdır. Bizler bu tarihte neler yaşandığını Avrupa tarihi açısından biliyoruz. 1492 tarihi genel olarak neyi ifade eder? Amerika’nın keşfini mi yoksa Endülüs’ün yıkılışını mı? Başka bir örnek, Müslüman olarak bizler Etiyopya ile Habeşistan arasındaki farka ne kadar dikkat kesildik? Şu an aktif olarak kullandığımız dünya haritalarının 1569 tarihinde yapıldığını ve gerçeklikle hiçbir alakasının olmadığını söylesem tepkiniz nasıl olur? Mesela İngiltere’nin Hindistan’ın bir eyaletinden bile daha küçük olduğunu fakat kullandığımız haritalarda üç katı büyüklüğünde gösterildiğini duyduk mu? Elbette hayır. Çünkü bu çarpıklığı sorgulamak tuzu kuruları rahatsız eder.

Daha çarpıcı bir örnek verelim. Hepimizin diline doladığı yaklaşık 250-300 yıllık bir bocalama dönemi söz konusu. Bu tespitin ortaya çıkışı ve günümüze kadar gelmiş olması oldukça ilginç. Duraklamanın, gerilemenin ya da çöküşün neye göre belirlenebileceğini pek düşünmeyiz. İslam/Türk paradigmasına göre bir çözümleme yapılsa acaba ortaya nasıl bir sonuç çıkar? Ne yazık ki ölçümüz, teknik ve medeniyet bağlamında her geçen gün gelişen geliştikçe dünyanın dengesini bozan Avrupa ilerlemeciliğidir. Marshall G. S. Hodgson, Müslümanların zihnindeki bu çarpık eğilimden söz eder. Hodgson bu eğilimi, bazı Müslümanların 19. yüzyıldan bu yana geçmişlerini başarısızlık olarak nitelendirmesiyle açıklar. O dönemde bizim tavrımızı, geçmişini reddeden ve modern Batı saldırısına karşı kendi geçmişini “klasik” temeller arayarak alternatifler geliştirmeye çalışmak olarak yorumlar. Bu eğilimi ise şaşırtıcı gelecek fakat genellikle Batılıların teşvik ettiği bir yaklaşım olarak izah eder. Nedenini ise şöyle açıklar: “Batılı araştırmacılar, Müslümanlar arasındaki kültürel çöküşten bahsederek, sanatta, dinde, felsefede, ilimde çöküşün ne zaman ve ne şekilde ortaya çıktığına işaret etmekte ama bu işi, böyle bir çöküş gerçekten oldu mu diye tartışmadan ve çöküşü başlattıkları dönemden sonra ortaya çıkan eserler konusunda hiçbir izah getirmeksizin yapmaktadırlar.” Çünkü bize, “sizin ölçünüz, bizim ilerlememizdir” algısı dayatılmak istenir. Yazar, iki yüz yıldır bocaladığımızı düşünüyor ve buna çeşitli çözümler üretmeye çalışmamızın nedenini bu ifadeler açıklıyor. Oysaki Avrupa’nın teknik ilerlemeleri nasıl gerçekleştirdiğini ve uydurduğu masalları dikkate almak zorundayız. Alabilirsek bizim medeniyet tablosunda yerimizin olmadığını net bir şekilde görebiliriz. Biz bu trene kendi irademizle, Müslüman bilincimizle binmemeyi tercih ettik. Treni kaçırdığımızdan değil. Bizlerin bu trene yetişmemiz gerektiğinden söz edenlerin ise Avrupalı zihin yapısıyla düşündüğünü belirtmem gerekir. Onların Avrupamerkezci paradigma ile bir problemleri yoktur ve rahatlarının kaçması onlar için cehennem azabıdır.

 

İbrahim Orhun Kaplan

 

 

DİĞER YAZILAR

2 Yorum

  • Mehmet Cüneyt Akif Ersoy Dal , 08/02/2024

    Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
    Nerde -gösterdiği vahşetle “Bu: Bir Avrupalı!”
    Dedirir- yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
    Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!

    • İbrahim Orhun Kaplan , 08/02/2024

      Mâdâm ki Hakk’ın bize va’dettiği haktır,
      Şark’ın ezelî fecri yakındır, doğacaktır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir