Filozof: Nerelerdesin Ârif? Görüşemiyoruz.
Ârif: Halvete girmiştim. 40 gündür küçük, dar ve karanlık bir odada kendimle yalnız kaldım. Tek Allah vardı yanımda. Sadece Allah… Mekândan ve zamandan münezzeh olan Allah…
Filozof: Nasıl geçti kırk gün? Açılım oldu mu?
Ârif: Kırk gün kırk yıl gibi geçti. Her saniye uzadıkça uzadı… Zamanla, zaman algısından sıyrıldım. Benimin farkına vardım. Ruhumu hissettim. Gizil güçlerim ortaya çıktı.
Filozof: İlginç… Devam et.
Ârif: Toplumsal hayat, insani ilişkiler ve çalışma hayatı kişiyi aslında yalnızlaştıran şeyler. Tersi gibi dursa da. İnsan bu toplumsal zorlamalar karşısında kendi benini gerçekleştiremiyor. Ve kalabalıklar arsında sürüden biri haline geliyor. Kanıksanan bu durum bir zaman sonra kişisel yalnızlığa dönüşüyor. Sonuçta menfaatler söz konusu oldu mu herkes tek. Herkes kendine göre haklı. İşin en kötü yanı ise toplumsallaşmanın insanı ruhundan habersiz hale getirmesi… İşte bunu fark ettim. Ruhuma dokundum sanki halvette. Allah’la konuştum. Allah benimle konuştu. Anlatılır gibi değil zira kelimeler yetmiyor meramıma…
Filozof: Allah’la mı konuştun? İnanmıyorum sana.
Ârif: İnandırmak gibi problemim yok. Sen sordun, bende anlatıyorum. Allah’la konuştum dedim. Şunu bil ki Allah kuluyla kalabalıkta konuşmaz. Şirkin olduğu yerde tevhit meyve vermez. Hüzünlü bir kalp, acizliğinin farkına varmış bir idrak ve Allah’a tam teslim olmuş bir kalp sonucu bu dediğim durum vuku bulabilir.
Filozof: İlginç, sen kendinle konuşmuş olmayasın…
Ârif: Senin gibi bir akılcıdan başka bir cevap da beklenemezdi doğrusu. Kaç kere söyledim aklını vahyin önünde kurban etmedikçe hakikate eremeyeceksin diye. Değil aklımı tüm varlığımı kurban ettim. Onun bir kelimesine kâinatı verebilirim. Ama bunu nasıl anlayabileceksin ki?
Filozof: Sen kendi hayal dünyanda yaşıyorsun. Kırk gün karanlık ve küçücük bir odada tek başına kalınca insan istediği herkesle konuştuğunu sanır. Paranoya senin ki.
Ârif: Ahh filozof… Yaşamadığın şeyleri illâ inkâr edeceksin değil mi? İnsan bilmediğinin düşmanıdır. Bu dünyadan kasıt felsefi problemler üretip, bir ömür o problemlerin peşlinden gitmek değildir. Asıl mânâ kişinin kendini bilmesi, eşyanın hakikatine ermesi, yani Allah’a vâsıl olmasıdır. Yoksa bu dünyanın hiçbir değeri yoktur. Değeri varsa bu da kişiye yukarıda saydığım ereklere ulaşma imkânı verdiği içindir. Bunu iyi düşün. Ya da düşünme hisset, ruhuna kulak ver…
Filozof: Hiç metafizik hallere beni yönlendirme. Hakikat akılla anlaşılabilir.
Ârif: Sen sanırım halvetin ne olduğunu tam kavrayamadın. Dur anlatayım. Halvet; Hz. Peygamber’in (s.a.v) vahiy gelmeden önce Hira’da uzlete çekilme uygulamasından doğmuş. Hz. Musa’nın, Tûr’daki kırk günlük, Allah ile olan özel görüşmesinden esinlenilerek, halvet genelde kırk gün yapılagelmiştir. Halvette; düşünceyi Allah’tan gayri her şeyden uzak tutarak kalp tek noktada odaklanır. Bu sayede kalbin karışıklığı engellenir ve saf bir akıl ve kalp ile Allah’a yönelinir. Ondan gelecek ilhamlara kalp hazır hale getirilir. Bu sebeple ibadetler arttırılır. Kalp sürekli zikir halinde tutulur.
Filozof: Eee?
Ârif: Kavanozun dışını yalamakla balın tadını anlayamazsın. Ben sana ne anlatayım ki?
1 Yorum