Pandora’nın Kutusu’nda Akrep mi Var?

Yokluktan Varlığa Kaburga Kemiğinin Tarihi” konulu konferansı dinlemek üzere dernekte yerlerimizi aldığımızda Sulhi Ceylan, “Yabancı kimse yok di mi, anlatacaklarım çok özel bilgiler” diye etrafındakileri yoklamaya başlamıştı. Saat 16.00…

Ve konferans Sulhi Ceylan’ın Yunan Mitolojisindeki “Pandora’nın Kutusu”nun neliğine dair açıklamalarıyla başladı. Derken konu bir anda bir menkıbeye geldi… Zünnun Mısrî hazretlerinin bir menkıbesi…

***

Zünnun Mısrî hazretleri, bir nehir kenarında abdest almış. Nehir üzerindeki bir konakta bir kadın görmüş ve onu denemek için sormuş:

-“Sen kimin cariyesisin?”
-“Ey Zünnun, uzaktan bakınca seni deli, biraz yaklaşınca bilgin, biraz daha yaklaşınca arif sanmıştım. Şimdi gördüm ki bunlardan hiçbiri değilsin.”

-“İyi ama nasıl?”

-“Eğer deli olsaydın abdest almaz, âlim olsan namahreme bakmaz, ârif olsaydın Allah’tan başkasını görmezdin.” demiş.

Dinleyicilerin şaşkın bakışları arasında Sulhi Ceylan konuyu dinler tarihine getirip, feministlere taş çıkartacak anekdotlar anlattıktan sonra konunun can damarına geldi.

Bu arada tek evli dinleyici olan Davut Bayraklı, ikide bir söz isteyip, konferansı provoke etmek istedi ama Sulhi Ceylan, Davut’a pabuç bırakmadı.

Konferansın devamında olanları anlatmayacağız. Gelenlerin bir ayrıcalığı olsun değil mi?

***

Vaktin sınırlılığına “red” koyanlar beri gelsin. Biliyoruz ki “zaman” altından geçip gittiğimiz bir sığınak, bir çatı değildir. Eğer öyle olsaydı sonu olurdu. Fakat biz ölümü “son” diye imleyenlerin karşısında onu asıl zamanının başlangıcı kabul ederiz. Böylece zamanın uçuculuğuna tutunmadan, onun diyalektiğine bir şerh düşmüş oluruz. Peki, hayatın diyalektiği nedir? Hayat diye bildiğimiz dış dünya, iç dünyamızın izdüşümü değil de nedir? Nedir? Nedir? Sayın okuru burada sorular sordurmaya itme içgüdüm ağır bastığından dolayı bazı sorular cevaplardan üstündür düşüncesiyle de bakacak olursak: “Ne” nedir?

***

Konferans bitmek için başlamış değildi. Belki fizik olarak mekânda konuşulanlar dinlenip dinecekti. Fakat fikrin havaî olamayacağını bildiğimiz için (ya da bize bildirildiği için) fizik dünyanın ötesinde mana kuran bir bellek olduğunu iki kere bildik. Nasıl mı? Kadının yakıcılığı gün gibi ortadayken, içimizde tepişip duran hazların askıya alınmasını salık veren bir fikir, mekânla ve bitişle ne kadar ilişkilendirilebilir ki? Asıl söz bittikten sonra “eylem” yürürlüğe girecektir ve belleğimiz onu şuurunda eritecektir.

***

Vaktin sınırlılığı dedik ya hani. Sınır, kadınların keyfiyetiyle savaş halinde olduğu için onlar “red” koyanların en başucunda hazır kıta beklemektedirler. Fakat “sonsuzluğa” susadıkları için değil. Ya niye? Özgürlüğü “red” kökünde buldukları için… Erkek ise prangalarıyla yaşamasa da tam olarak “özgür” olacağını terennüm eder. O sonsuzluğa namzet olduğu için “red” söylemini geliştirir vaktin sınırlılığına karşı. Aklımız çok karıştı biliyoruz. Karışık akıl iyidir. Çalışmamasındansa karışması iyidir, iyi…

***

Konferans, mekânda bitti, içimizde bitmedi. Böylece yürüyüp gittik. Nereye? Süleymaniye’den Salacak’a seğirttik. Güzel insanlarla, kötü, çirkin ve ayrık otları cinsinden mevzular konuştuk. Hep iyi şeyler mi konuşacağız? Biraz da böyle olsun. Hem iyi olan kötü olan ayrımı neye ve kime göre yapılacak? Bunu da bir cevaplayıverin. Salacak’a vardığımızda gün devrilmek üzereydi. Kadıköy yanı başımızda “bana nispet mi yapıyorsunuz?” der gibi baksa da Salacak Sahilini Güzelleştirme Derneği’nin o güzel mekânı Kadıköy’ün sesini biraz olsun bastırmıştı. Çaylar, iyi kötü muhabbetler… Yorgunluk… Ve zamanın uçuculuğu! Aaaa. Hani zaman sınırlı değildi? Biz bunu reddetmiştik. Dışımızdaki zaman geliyor, geçiyor. Kolumuza taktığımız, duvarımıza astığımız saatlerin tahakkümü altında suyumuz çıkıyor bu doğru. Bu da sınırlılığın ağa babasıdır. Bu da doğru. Fakat içimizdeki zamandan ve gerçek yurdun bitimsizliğine işaret eden insanların o hakikate uygun yaşarken sonu olmayan zamana eklendiklerini söylüyorum.

***

Kadıköy bize seslenir de biz hiç ona kulak kesilmez miyiz? Kadıköy’e geçtik sonra. Üzerinize afiyet, kahve içtik. Kaldığımız yerden devam ettik mi Sulhi Ceylan? Bugün çok da “söz” sahibi değildi kimse senin yanında. Konuştun, anlattın meseleyi. Ağzındaki bakla çıktı. Orta yere düştü. Hayretle baktı insanlar. Bazıları şaşa kaldılar, bazılarıysa şaşı! İnsan kendi hakikatini aramaya nereden başlamalı? Kaburga kemiğimizi yokladık. Bir eksik duruyordu. Fakat karşımızda duran ve bize eş olan hep bir fazlaydı. Bu bir sanrı mıydı? O da kaburgasını yokladı bir fazla çıktı bizden. Bizden olmaydı ama bizden “olmamaya” koşuyordu. Bizi kendisine benzetmek için başkalarıyla yarışıyordu! Böylece günümüz erdi geceye.

 

DİĞER YAZILAR

11 Yorum

  • […] Yazının tamamı için edebifikir.com […]

  • muhterem cezve , 28/05/2014

    Bir tahminde bulunmak istiyorum sayın seyirciler: yazıyı mehmet erikli yazmış olmalı…

  • babangida , 28/05/2014

    Kesinlikle…

    Dipnot:

    Bugünkü düzen hakkındaki düşünceleriniz neler?

    a-)İyi
    b-)Kötü
    c-)Ne iyi ne kötü ama daha iyi olabilirdi
    d-)İnsanın Viyana’ya gidesi geliyor

    20. Yüzyıl insanının yalnız olduğunu düşünüyor musunuz?

    a-)Yapayalnız
    b-)Oldukça yalnız
    c-)Yalnız sayılır
    d-)Arada bir kapıcıyla konuşur

    Kültürel tercihleriniz

    b-)Zaman zaman pencereden dışarıya bakarım
    c-)Pencereden dışarıya bile bakmam
    d-)Mao Tse Tung’un öğretilerini kınıyorum

    Dipnotun dipnotu: Bir Kamuoyu Araştırması adlı öyküden alıntılanmıştır. Müellifi Macar yazar Istvan Örkeny

  • bir okur , 27/05/2014

    sayın babangida (ne demekse ona) ;

    Yahya Kemal, Dücane Cündioğlu, Pavese, Nietzsche, Elias Canetti ve Konfüçyüs’e katılan edebifikirin bu seferki görüşlerini bunlarla paralel göremedim de ondan bir şey anlamadım dedim. herkes herkese muhalefet olmuş arkadaş!. ayrıca yazıda gerçekten de son derece muğlak bir anlatım kullanılmış. bu tam olarak bir seminer notu değil o manada anlamadım dedim. peki şimdi siz anladınız mı beni o zaman?

  • esmeray , 27/05/2014

    Cok guzel olmus yine, farkli anlatim tarzi, gelmeyenlere merak uyandiracak ipuclari.
    Acaba diyorum kafdagi kadar cokk cokk uzak olanlara konferanslari ayni anda adobe ile canli aktarimmi yapsaniz? :) ..

  • mucahid sarıca , 27/05/2014

    bu seminer diğerlerine göre bir başkaydı. tüm erkeklerin en büyük zaafı olan şey sulhi ceylanın ağzından anlatılıyordu.

    dinlemek yetmedi. gözler kapandı ve adete anlatılanlar yaşandı.

    seni seviyoruz S.C

  • babangida , 27/05/2014

    Burada söylenenleri anlamayan bir okur, edebifikir’i hiç anlamamış demektir. Biraz daha gayret et. Biraz daha oku ve düşün “bir okur”

  • a.b , 26/05/2014

    dikkat çekici başlık nihayet bulmuş kendi nispetinde. maşaallah. fakat anladığım kadarıyla bu konferans erkek taifesine has kılınmış? yanılıyorsam buyrun deyin. eğer yanılmıyorsam bu konferansın bir nüshasını burada görmek istiyorum. umulur ki geri çevirmezsiniz bu talebimizi.

  • tuzsuz delibekir , 26/05/2014

    Sarı çizmeli kızın pembe kravatlı eniştesi Cevat

  • miswak , 26/05/2014

    Gecenin bi vakti Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığından geldiklerini söyleyen lacivert takım elbiseli, kravatlı 2 adam beni aldı götürdü.
    Ne oluyor derdemez kafama bir darbe aldım ve bayıldım. gözümü açtığım da kadınların içindeydim. Bir sürü hem de. Ve hepsi omurga kemiği kadar intizamlı yaratılmış. Elim ayağım dilim bacaklarım her şeyim tutulmuştu.
    Galiba sorgudaydım…
    Gaipten bir soru geldi:
    – Ne konuştu o..!
    – :/ (!şaşırdım! ve korktum)
    – Ne konuştu o haddini bilmez…!!
    – şey.. galiba, hatırlamıyorum. dedim
    sağdan hızlıca gelen Bir tokat yedim sonra. kafam dönmüştü adeta. böyle bir işkence olamazdı.
    – Söyle bakalım. dedi.
    – Ben de her şeyi anlattım..

    Sanırım artık biliyorlar. Her şeyi.
    Bu filmi izlediysen…
    7 gün…

  • bir okur , 26/05/2014

    Kaleme alan kim? Ben yeni bir izahat istiyorum,bundan pek bir sey anlamadim. Aman Allahım edebifikire bir seyler mi oluyor…haksız mıyım?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir