Celal Kuru, Edebifikir ekibiyle tanışmasını anlatıyor.
***
İstanbul Avrupa yakasında güneşli bir gün. Topkapı’dan tramvaya biniyorum. Kendimi kalabalıklardan kurtarıp daha sakin bir yere, Cağoloğlu’na atıyorum. Niyetim yine kitapçıların raflarına tünemek.
Tarih 15 Şubat 2014, saat 16.30. Şubat soğuğu yüzümü yakmıyor. Mevsimler de kalbimiz gibi birbirine karıştı. Kıyamet alameti olan bir şey bile içimize huzur verebiliyor. Sözün burasında kıyamet alametleri ile ilgili bir sohbete başlamak geçse de kendime hâkim oluyorum.
Cağaloğlu’nda bir kitapçıya giriyorum. Hemen sağ rafta şiir kitapları var, aklımda Kavafis’in şiirleri… Kitapları incelerken, tok ve nazik bir ses “Mehmet Erikli, çıkıyoruz.” diye ünledi. Gözlerimi, kitaplardan çekip sesin geldiği yöne doğru kaydırdım. Karşımda Mehmet Raşit Küçükkürtül. Dünya küçük…
Mehmet Raşit Küçükkürtül’ün kestane renginde saçları ve sakalları olmasa, seksen yaşında pirî fâni denilecek türden. Aman Allah’ım bu nasıl bir olgunluk!
Kısa bir tanışma faslı. Önce kendimi tanıttım. Efendim, ben Tezgâh’a yazı gönderen Celal Kuru. Ardından Mehmet Erikli’yle tanışıyoruz. Rahat adam…
Raşit Ulaş Çetinkaya ile de musafaha ediyor, sosyal medyada daha karizmatik durduğunu düşünüyorum.
Ekibin beşinci kişisi olarak doğru Diriliş Yayınlarına gidiyoruz. Sezai Karakoç henüz teşrif etmemiş.
Derken Türk kahvesi içebileceğimiz bir yere kuruluyoruz. Mehmet Raşit sade kahve isterken, Raşit Ulaş şekerli bir kahve sipariş ediyor. Mehmet Erikli, Davut Bayraklı ve ben çaya talim ediyoruz.
Mehmet Raşit’te bir şeyler sorayım derken, Raşit Ulaş Çetinkaya söze katılıyor. Elinde Mustafa Kutlu’nun son hikâye kitabı “Nur” var. Mustafa Kutlu’nun hikâyelerini tarayıp, “Musatafa Kutlu’dan Güzellikler” adlı bir makale yazmayı düşündüğünü bizimle paylaşıyor.
Davut Bayraklı, eline geçirdiği dergi de yirmi sayfalık bir makaleyi okurken, Karadenizlilere has öfkeleniyor, zaten aklı da Trabzon maçında.
Ben hâlâ Mehmet Raşit’ten yazarlık adına tavsiyeler beklemekteyim. En sonunda, Balzac’ın yazı yazarken, bir elmayı ısırıp masanın üzerine bırakarak yazı yazdığını aktarıyor ve bir noktadan ilham almamı salık veriyor.
Kahveler, çaylar bitiyor yine yola revan oluyoruz. Diriliş yayınlarına tekrar uğrayıp üstadın gelmediğini öğrenince, ikinci bir yolculuk daha. Yol boyunca “Bohem Apartmanı” sakini Mehmet Erikli’yle kitabı ve birkaç edebî makale hakkında hasbihal ediyoruz.
İsmet Özel’in, şiir resitalini almak için Tiyo’ya iniyor, kitaplar, fuarlar hakkında sohbet edip akabinde Cağaloğlu yokuşunu çıkıyoruz. Edebifikir’le haşir neşir olup da “Yokuş” takıntısı olmamak mümkün mü? Bu takıntının en büyük müsebbibi ataların sözü: “Yokuşta ter olarak akmayan yaş inişte gözyaşı olarak akar.”
Yine Diriliş binasının önündeyiz. Bu sefer Sezai Karakoç içeride. Bir bir oturuyor ve Sezai Karakoç’un sohbetini dinliyoruz. Raşit Ulaş soruyor: “Üstadım, siyasetle aramız, mesafemiz nasıl olmalı?” Sezai Karakoç: “Biz kendi siyasetimizi kurmazsak, başkaları bizi yönlendirir. Ben Allah için ve İslâm’ın yeryüzüne hâkim olması için her yolu denedim. Gazete çıkardım olmadı, kitap yazdım olmadı, dergi çıkardım olmadı. Bu sefer de parti kurarak deniyorum. Olmazsa başka bir şey deneyeceğim. Biz, Allah için meşru dairede ki her şeyi denemeliyiz.”
Her güzel şey gibi bu sohbet de kısa sürmüş ve kendimizi kapının önünde, ayakta halka halinde bulmuştuk. Nereye gideceğimizi ise kimse bilmiyordu.
Celal Kuru
6 Yorum