[Edebifikir Haber Ajansı]
16 Kasım Cumartesi günü “Dar’dan Selam Verenler: Hallâc-ı Mansur” seminerimiz Sulhi Ceylan’ın “Hallâc-ı Mansur, kendini Allah’a adamış, tasavvuf tarihinde adından sıkça bahsedilen şehit velidir.” sözleriyle başladı. Kısaca Hallâc-ı Mansur’un hayatına değinen Sulhi Ceylan, konuyu Hallâc-ı Mansur’un yaşadığı topluma ve günümüze kadar olan etkilerine getirdi. Tasavvufi görüşlerinin de açıkladığı seminerde en son Hallâc-ı Mansur’un hikmetli sözleri konuşuldu.
***
Hallâc-ı Mansur’un elleri ve ayakları kesildiğinde; “Sakın korkudan sarardığımı zannetmeyin. Kan kaybetmekten sararıyorum.” sözü dinleyiciler üzerinde derin bir etki bıraktı.
Akabinde Sulhi Ceylan, Hallâc-ı Mansur’un başka bir sözünü daha aktardı: “Allah’a kavuşmak için iki rekât namaz da yeter. Ancak, böyle bir namaz için abdesti, kişinin kendi kanıyla almış olması gerekir.” Sulhi Ceylan bu hikmetli sözü şöyle anlamamız gerektiğini vurguladı: “Gerçek abdest, varlık suyundan el ayak çekmekle, benliğini fâni etmekle alınan abdesttir. Böyle bir abdestte, abdest azalarından dökülen her bir damla su ile kişinin benlik (ego, varlık) duygusu da dökülür ki nefsin asıl kanı da budur. Nefsin kanı benliktir ve akıtılması gerekir.” Bu sadece bir yorumdu, velilerin sözlerinde mânâ çoktu.
Seminer Hallac-ı Mansur’un nûr-i Muhammedi ve şeytan görüşlerinin açıklanması ile son buldu.
***
Seminer akabinde Aydoğan K, Davut Bayraklı, Mehmet Erikli, Ömer Karakelle, Emre Baştuğ, Ahmet Arslan ve Sulhi Ceylan soluğu Diriliş yayınlarında aldı. Sezai Karakoç’un yayınevinde olmaması üzerine birkaç kitap alan ekip vapurdaki yerlerini almıştı bile. Aydoğan K ve Davut bayraklı bu esnada nasıl yapıp da erkenden eve gitmek için bir bahane buluruz diye kafa kafaya vermişlerdi. Durumun farkına varan Sulhi Ceylan istihzalı bir gülümsemeyi denize bıraktığında, Kadıköy, ekibi karşılamaya hazırlanıyordu.
***
Rıhtıma indiğimizde Mehmet Erikli; “Günahı tanımayan kendini tanıyamaz” aforizmasını çoktan havaya bırakmıştı.
***
Ekip, Yokuş’a doğru rotasını kırdığında Kadıköy derin bir iç çekmişti.
***
Bir ara Mehmet Raşit’in Sulhi Ceylan’ı arayıp “25 Kasım’da geliyorum. Aklımda bir sürü proje var. Bekleyin Edebifikir!” dediğinde Kadıköy’ün üstünü koyu bir bulut tabakası kaplamıştı. İnsanlar nedense tedirgin gözlerle önce birbirlerine sonra gökyüzüne bakıyordu. Hâlbuki Kadıköy hiçbir zaman “Göğe bakma durağı” olmamıştı.
***
Derken Davut Bayraklı ve Aydoğan K, geç oldu hadi bize müsaade dediğinde saat yediyi yirmi altı geçiyordu. Ama hayat hiç geçmiyordu. İkili sessizce kalktıklarında boş bıraktıkları sandalyelerine yenilmişlik oturmuştu. Kadıköy hâlâ günahkârdı.
***
Mehmet, masaya baktığında sadece Sulhi ile kendisinin kaldığını fark etti. Sulhi hemen “Hadi Soyut Sahaf’a uğrayalım” dediğinde Can abi çoktan sahafta kendilerine oturacakları tabureleri göstermiş ve Fazıl Hüsnü Dağlarca ile arasında geçen hatıraları anlatmaya koyulmuştu. Konu; şiirden, ilhamdan, imgeden geçtikten sonra en son ayrılığa gelmişti. Konuyu fırsat bilen ikili sahaftan çıktıklarında Kadıköy’ün nöbetçi kitapçıları kendilerini bekliyordu.
***
Saatler hüzne denk geldiğinde “Aşk ile ayrılığı tarttılar, bir dirhem fazla geldi ayrılık” dizesi ikilinin soluklarında Kadıköy tarafından okunuyordu. Hayat, okuma yazmayı nedense kanırtarak öğretirdi.
6 Yorum