Kendini Okumanın Edebî Hâli: Roman

Tasavvuf Konulu Romanlar dosyamızın giriş yazısını Davut Bayraklı yazdı: “Tasavvufî Romanlar ve Kendini Bulma Anlatısı Üzerine”

***

“Yalnızca bizi ısıran ve bizi sokan kitapları okumalıyız;
içimizdeki donmuş denizi kıran balta olmalı onlar.”
 Franz Kafka

Roman denince aklıma öncelikle insanın kendini ve çevresini anlama çabası gelir. Bu çaba, sabırla örülmüş, derinliği olan bir uğraştır. Ve çoğu zaman, bir hikâyeden çok daha fazlasıdır okumakta olduğumuz şey. Roman, insanın kendi iç dünyasına -derunî diyebileceğimiz tarafına- doğru çıktığı uzun ve meşakkatli bir yolculuktur bana göre.

Kuramsal tanımların dışına çıktığımızda, yani romanı sadece tanımlamak yerine hissetmeye başladığımızda… İşte o zaman işler değişir. Zihnimizin içinde dönüp duran karmaşık düşünceler, ruhumuzu kuşatan kırılgan duygular, içsel ya da toplumsal çatışmalar… Hepsi bir şekilde, o satırlarda, zamanla mekânın birbirine karıştığı sayfalarda yüzeye çıkar.

Okur ile Karakterin Ortak Yürüyüşü

Düzenli roman okurlarının bildiği bir mesele de, okuyucunun karakterlerin izini sürmesi, bıkmadan usanmadan onları takip etmesidir. Bazen bir karakterin peşine takılırız, bazen de doğrudan o karakterin zihninde dolaşırız: O iç çatışmalar, ikilemler, suskunluklar sanki bizimmiş gibi. Ve tam karakterin etkisinden çıktık derken bu kez bir şehir belirir karşımızda. Ya da bir ülke, bazen de bir çağ… Sonra ne mi olur? Sonrasında sayfaların arasında bir dönemin havasını, o görünmez ruhunu yaşamaya, hissetmeye başlarız.

Çok idealize etmeden söylemek gerekirse roman, hayata tutunurken elimizin altında tuttuğumuz bir dal gibidir çoğu zaman. Ama öyle her zaman net bir dal da değildir. Bazen bu tuttuğumuz -ya da tutunduğumuz mu demeliyim?- şeyin gerçek mi yoksa kurgu mu olduğunu tam olarak kestiremeyiz. Kimi zaman apaçık gösterir hakikati, kimi zaman da sisli, bulanık bir görüntü sunar. Her şey, her şeye benzer bazen… Ya da her şey, başka hiçbir şeye benzemez. Sonunda şu gerçekle karşı karşıya kalırız: Biz bir romanı, belki de bir başkasını okuduğumuzu sanırken kendimizi okuruz.

Hikâyeden Manaya Açılan Kapı

Romanın en büyüleyici yanı tam da burada ortaya çıkıyor: Okuyucu olarak bizler bir hikâyeyi okurken, bazen kendimize dair unuttuğumuz -belki de hatırlamak istemediğimiz- şeylerle karşılaşırız. Özellikle insanın iç dünyasını merkeze alan metinlerden bahsediyorsak o zaman bu karşılaşma daha derin, sarsıcı hatta yerine göre daha yıkıcı olabilir.

Bu noktada bazı romanlar vardır ki, yalnızca anlatmaz; düşündürür, hissettirir, bazen de içimizi yoklar. Bizi yıkmasa da yıkmaya teşebbüs eder, sarsar, silkeler, seri darbeler vurmaktan vaz geçmez. Bu yazı özelinde ana konumuz olan tasavvuf konulu romanlar da, tam bu sınırda aniden karşımızda belirir. Bu romanlar aslında anlatının ötesine geçerler ve manayı ararken bize de bunu yapmayı salık verirler.

Tasavvuf Konulu Romanlarda Kavramlar ve Karakterler

Tasavvufa ilgisi olan roman okurları için, tasavvuf konulu romanlar özel bir yere sahiptir. Çünkü bu türde, sadece bir olaylar zinciri anlatılmaz; insanın iç dünyasında yaşadığı değişim ve dönüşüm, manevî arayış hatta kalp yolculuğu da hikâyeye dâhil olur. Yaratıcıya duyulan aşk, seyr ü sülûk süreci -yanlış bir tanımlamayla içsel yolculuk da denir-, insanın nefsine karşı verdiği mücadele ve teslimiyet gibi tasavvufun temel kavramları bu romanların dokusunda kendine yer bulur.

Farklı romanlarda karakter kurguları her ne kadar değişiklik gösterse de genellikle tasavvuf konulu romanlarda karşılaştığımız hikâyenin merkezinde ya bir derviş (yolcu) ya da yol gösteren bir mürşit görürüz. Bu hikâyelerde esas yolculuk, zahirde yani görünürde olan değil; karakterin içinde ilerleyen bir yolculuktur ve aşk, sabır, tevazu, tevekkül gibi kavramlar da bu yolculukta sadece anlatılıp geçilmez. Bir nevi okuyucudan da bu halleri yaşaması istenir. Dil, üslup, derinlik ve kurgunun temel motivasyonu da buna göredir.

Semboller, Motifler ve Anlatı Estetiği

Tasavvuf konulu romanlardan söz ettiğimiz zaman dil konusuna da değinmeliyiz. Zira dil, farklılık gösterir. Romanın havasına, ruhuna, anlatı yapısına uygun olarak simgeler, motifler, çağrışımlar metnin içine işlenir: rüya, rüzgâr, yol, ışık, kapı… Bahsettiğimiz bu özel kullanımlar, tasavvuf konulu romanlarda bir süs değildir: Bunlar okuyucuyu, pasif okurluktan aktif okura dönüştürür.

Artık okur, hakikatin izini süren ve ona yol gösteren işaretlerle karşı karşıyadır. Bu romanlarda bazen bir beyit, bazen bir ilâhî ya da halk arasında dolaşan bir söz, yazarın bilinçli tercihiyle satır aralarında belirir ve o andan itibaren de anlatının neredeyse tüm yükünü taşımaya başlar.

Tasavvufî Romanın Öğretici Dili

Tasavvuf konulu romanların en belirgin yönü olan didaktik yani “öğretici” tarafına da değinmeliyiz. Ancak tasavvuf konulu romanlarda karşılaştığımız bu didaktik yön, klasik olarak bildiğimiz “parmak sallayan, üst perdeden konuşan, muhatabını rahatsız eden” bir tarzda değildir. Daha çok “bir seçenek daha olduğunu ima eden, yol, yöntem gösteren, davet eden, yer yer düşündüren” anlatıma sahiptir. Tasavvuf konulu romanlarda okur, eserin sayfalarını çevirdikçe hem karşılaştığı kurgu içinde yer alan karakterlerle bir yolculuğa çıkar hem de kendi içinde hesaba tutuşarak derinleşir. Bu bazen bilerek yani iradî olarak olur bazen de bilmeden gayri ihtiyari olur.

Tasavvuf konulu romanlar okura, kendisi dışındaki bir dünyadan ve o dünyadaki hayatlardan bahsetmez. Yazar, okuru metnin hatta kurgunun içine çekmeye çalışır, ona kendi kalbine dönmesini söyler ve bunun yollarını gösterir. Bu manada kendi kalbine dönen okura; unuttuğu ya da hatırlamak istemediği belki de bilinçli olarak bastırdığı zamanlara doğru bir yolculuk yapmasını, bir kapı aralamasını ya da takılıp kaldığı bir eşik varsa onu atlamasını salık verir. Zira eşiği aşmak, aralanan kapıdan geçmek, belki de okurun hakikatle (kendiyle) yüzleşmesine vesile olacaktır.

Modern Çağda Tasavvufî Romanın Gücü

Macera, polisiye, aşk, fantastik ve gizem gibi farklı türleriyle dünyada yüz milyonlarca okur kitlesine sahip olan roman, tasavvuf konusunu işleyen eserlerle de kendisine geniş bir okuyucu buluyor. Özellikle 1980 sonrası değişen ve dönüşen dünyada insanın yalnızlığının artması, bu romanlara ilgiyi arttırdı.

Tasavvuf konulu romanlar insanın dış dünyayla çatışmalarını ve ilişkiler ağını modern zamanların içinde sıkışıp kalmış okurun önüne koymaz. Tam aksine o;  okurun iç dünyasıyla ve orada yaşanan mücadelesiyle ilgilenir ve -belli noktalarda didaktik bir yaklaşım sergilese de- yol göstermeye çalışır, farklı hayat tecrübelerinin de olduğunu hatırlatır, bu noktadaki deneyimlerden bahseder.

Psikolojik romanlarla ortak noktaları olan tasavvuf konulu romanlar karakterlerin iç çözümlemelerine yoğunlaşır ve manevi derinliğine yani ruhsal yönüne eğilir. Diğer roman türleri gibi okuyucuya hoş zaman geçirme, merak unsurunu canlı tutma ya da güzel bir hikâye, iyi bir kurgusal metin okutma gibi temel tezlerden öteye geçen -en azından bizim açımızdan geçmesi gereken- bu romanlar, muhatabının kendine (kalbine) dair düşüncelere dalmasını sağlamaya çalışır. Modern insanın maruz kaldığı yalnızlık, manevi boşluk ve materyalist dünyanın “hız ve haz” kıskacına sıkıştırması göz önüne alındığında tasavvuf konulu romanların insana huzur bulacağı bir sükûnet ve debelenip durduğu sığlıktan çıkabileceği bir derinlik sağlaması, nefes alabileceği bir alan, bir hava sahası açması önemlidir.

Son Söz Yerine

Her güzel şeyi ifsat eden modern yüzyılın vebalı yüzüne de değinmeden geçmeyelim. İnsanın yaşadığı çağdaki en büyük sorunu “hız-haz” arasında üretim-tüketim bandında gidip gelen bir varlığa dönüşmesi değil. Bunun da ötesinde doğru ve güzel olan her şeyin bir şekilde ifsat edilmesi, bozulması, deforme edilmesidir. Tasavvuf konulu romanların da bu tehlikeden azade olduğunu düşünmüyoruz. Bu açıdan bakıldığında her güzel şeyi bozan tüketim toplumu çılgınlığı tasavvuf konulu romanları da ticarileştirebilir, üretilen eserleri çok satma kaygısıyla daha sığ, derinliksiz, kalitesiz hale getirebilir hatta bundan da önemlisi aslından ve ruhundan uzak bir şekle sokabilir. Bu manada okur da dikkatli olmak ve aldığı/okuduğu eserin derinliğini fark etmek zorundadır.

Belki de sadece bu yüzden Edebifikir tarafından “Tasavvuf Konulu Roman” dosyası hazırlanması çok önemlidir. En azından buradaki yazar arkadaşlarımızın tahlil, tenkit ve önerileri bazı okurlara yol gösterebilir ya da bir yol olabilir.

Davut Bayraklı

 

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir