Yediden Yetmişe Tabiri Az Kalır

15 temmuz

Yediden Yetmişe Tabiri Az Kalır 

İstanbul’dan Eskişehir’e geleli birkaç gün olmuştu. Bir öğrenci yurdunda misafir olarak kalıyordum. Saat 23.00 sularında Balkanlara beraber gittiğimiz Barış ile beraber seyahat fotoğraflarına bakacaktık. Henüz bilgisayarı açmadan Barış, “Abi ben sana çay getireyim” dedi ve yemekhaneye çıktı. Ben çayı beklerken bilgisayarı açıp dosyaları kurcalamaya başladım. Yaklaşık on beş dakika geçmesine rağmen Barış hâlâ gelmemişti. Merak edip yemekhaneye çıktım. Barış televizyonun karşısına geçmiş, bembeyaz kesilmiş bir halde oturuyordu. Seyretmiyordu, sadece bakıyordu. Haline aldırmadan “Nerede kaldı oğlum bizim çaylar?” dedim. O da “Abi boşver şimdi çayı. Az önce Ankara’dan arkadaşım aradı. Kızılay’da bir helikopter insanların üzerine ateş açmış. Birçok kişiyi öldürmüş. Bildiğin katliam yapmış. Her yerden silah ve bomba sesleri geliyormuş. Twitter’da da her kafadan bir ses çıkıyor. Darbe oluyor diyenler var. Televizyonda da bir şey yok.” dedi. Şaka yapıyor diye düşündüm. Ciddiye almadığım halde ben de oturdum televizyonun karşısına. Az sonra haber kanalları durumla ilgili bilgilendirmeye başladı. Ele geçen bazı görüntüler yayınlanıyor ve darbe teşebbüsünde bulunulduğu dile getiriliyordu. Boğaz köprüsü ve Atatürk Havalimanını cuntacılar kontrol altına almıştı. TRT 1’de sinyal yoktu. TRT Haber sürekli hava durumu yayını yapıyordu. Diğer TRT kanallarında ise reklamlar dönüp duruyordu. Bu sırada durumu öğrenenler yemekhaneye çıkıyordu. Yaklaşık on beş kişi televizyon karşısındaki heykeller gibiydik. Bal mumu heykelleri müzesi bizim yurdun yemekhanesine taşınmıştı sanki. Daha sonra biri “Hemen TRT’yi açın” diye bağırdı. TRT’yi açtık. Malum bildiri okunuyordu. Bu sırada Enes ve Cahit de geldi. Bildirinin okunması biter bitmez Cahit, “Enes dışarı çıkalım diyor” dedi. Enes aklımı okumuş olmalıydı. “Çıkalım” dedim. Dışarı çıktık. Enes’in bir arkadaşı bizi arabasıyla alıp Yunus Emre Caddesi’ne götürecekti. Hat boyunun oraya geldiğimizde bir apartmandan çıkan baba oğul dikkatimizi çekti. Korkuyorlardı. Bizi de malum çete üyesi zannettiler heralde. Sokağa çıkma yasağı olduğu halde dışarıda hiç birşey olmamış gibi davranmamızı bu şekilde yorumlamış olmalıydılar. Oğlu babasına “Baba kaç tane ekmek alacağız” diye sordu. Babası da telaşlı bir şekilde “10-15 tane alacağız işte. Hadi acele et!” dedi.

Enes’in arkadaşı geldi. Arabaya atladık ve Yunus Emre Caddesi’ne doğru yola koyulduk. Seyir halindeyken fırınlardaki, bakkallardaki, bankamatik önlerindeki kalabalığı, benzin istasyonlarındaki yola taşan araç kuyruklarını gördüğümüzde darbenin gerçekleştiğini düşündük. Telefonlarımızın şarjı da olmadığı için hiçbir yerden haber alamıyorduk. Ne görüyorsak oydu. Muhtemelen meydanda kimse olmayacaktı ve biz de eve dönemeyecektik.

Meydana vardığımızda yalnız olmadığımızı görmek cesaretimizi ve dirayetimizi artırmıştı. Buradaki insanlardan olup biteni öğrenmiştik. İnsanların katledildiğini, birçok kuruma operasyon düzenlenildiğini ve bunlarla beraber henüz darbenin gerçekleşmediğini… Zaman geçtikçe askerlerin bulunduğu bölgelerde darbe girişimine direnen insanların görüntüleri yayılmaya başlamıştı. Bunları gördükçe hüzün ve gurur aynı anda ruhumuzu ve bedenimizi sarıyordu. Sıradan bir direniş değildi bu. Meydandaki herkesin bir gözünden yaşlar sel olup akıyor, diğer gözü ise çakmak çakmak bakıyordu.

Sabah vakti geldiğinde çevredeki camiler ve mescitler dolup taşmıştı. Namazdan sonra doğan güneş, yenilmediğimiz o karanlık gecenin üzerine ödülümüz olmuştu.

Öğlene doğru bir markete girip bisküvi aldık. Bu marketteki iki yaşlı amcanın konuşmasına şahit olduk. Biri diğerine şöyle demişti: “Biz 80’de radyonun karşısına geçip başıma gelecek şeyleri dinliyorduk. Şimdi millet darbe teşebbüsünü duyar duymaz canı pahasına karşı koyuyor, sokaklara çıkıyor. Helal olsun valla…”

Öğle vaktine kadar meydandaydık. Gelen görüntüler moralimizi bozmaya devam ediyordu. Bundan sonra darbenin gerçekleşmesi çok zordu ama biz gözünü kırpmadan tankların altına yatan, kurşunların önüne göğsünü siper eden şehitlerin ve gazilerin haklarını nasıl ödeyecektik?

Öğlen ezanı okunmadan biraz dinlenmek için yurda döndük. Yatak batıyor, gözlerimiz kapanmamak için isyan ediyorlardı. Bir saat kadar uyuduktan sonra Ahmet aradı “Abi Ankara’ya gideceğiz. Gelir misin?” dedi. “Gelirim” dedim. Birşeyler atıştırıp dışarı çıktım. Burak abilerle buluştum. Birkaç arkadaşı daha alıp Ankara’ya doğru yola koyulduk.

Polatlı civarında halk ve emniyet güçleri tarafından durdurulan füze bataryalarını gördüğümüzde ne kadar büyük bir felaketin eşiğinden dönüldüğünü anlamıştık. Kan gölüne dönen Kızılay bir başka kızıldı bu gece… Beştepe kavşağı savaş alanı gibiydi. Hurdaya dönen bir araçtan 8 yaşındaki bir çocuğun defterini bulduk. Çocuğun ismi Ayyıldız Yazıcı’ydı. Akıbetini bilmiyoruz. Külliyenin duvarının iki metre önüne düşen bombanın izi daha tazeydi. Otuz metre ileriye düşse camiyi vuracaklarını düşünmek bile çıldırtıyordu bizi. Çıldırdık ama aklımızı yitirmedik. Milletin imanı akıllarının yitmesine de engel oldu.

Kalkışmanın 3. ve 4. gecelerinde Eskişehir meydanlarındaydık. Millet aynı dirayetiyle ayaktaydı. “Neden bekliyoruz ki? Bir şey olduğu yok!” diyen yoktu. Kimsenin aklından bile geçmiyordu. Hâlâ şehitlerin ve gazilerin haklarını nasıl ödeyeceğini düşünüyordu millet. Daha önce ihtimal vermediğimiz birşey gerçekleşmişti ve hâlâ ihtimal vermediğimiz şeylerin gerçekleşme ihtimali vardı. Küçük bir ihtimal dahi olsa buna göz yumamazdık. Bu gecelerden birinde bir arkadaşım “Abi her gece bir yerlerden tanklar gelsin altına yatayım, bir yerlerden kurşun yağdırsınlar göğsümü siper edeyim. Böyle durup beklemek zoruma gidiyor” demişti. Şehadet ümidiyle sokaklara çıkan milyonlarca insan var bu ülkede. Hangi çılgın zicir vurabilir ki?

5. gece yine Eskişehir’de vilayet meydanındaydık. Saat 21.00 sularında dedem Mehmet Oyar’ın vefat ettiği haberini aldım. Telefonu kapatır kapatmaz karşıma çıkan Fatih abiden beni yurda götürmesini rica ettim. Sağ olsun onca yoğunluğun arasında beni yurda kadar bıraktı. Sırt çantamı hazırladım ve telefonla bilet rezervasyonumu yaptırdım. Az sonra da otogara gittim.

Yolculuk boyunca gözüme uyku girmedi. Bu geceki nöbetimizin bir kısmını meydanda, kalanını da yolda geçirmiş olduk. Sabah erken saatlerde memleketim Salihli’ye vardım. Öğle namazının ardından dedemi köyümüzün mezarlığına defnettik. Gece vaktine kadar cenaze evine gelen ziyaretçileri ağırladık. Gece yarısı olduğunda da bir haftanın uykusuzluğu ve cenaze işlerinin yorgunluğu bünyemi zayıf düşürmüştü. Eve vardığımızda hemen yatağa uzandım. 6. gecede nöbetten firar etmiştim. Utanıyordum. Ama dinlenmem de lâzımdı. Yine de utanıyordum.

Sabah erkenden kalkıp tekrar cenaze evine gittik. Gelen ziyaretçileri yine aynı şekilde ağırladık. Gece olduğunda ve ziyaretçilerin ayağı kesildiğinde bu sefer soluğu ailecek meydanda aldık. 7. gecede babam, annem ve kardeşlerimle beraber dik duruşumuzu sürdürüyorduk. Meydanda Emin dedemi de gördüm. Yetmişi aşkın yaşına rağmen o da meydandaydı.

8. gece yani bu gece yine meydanlardayız. Bu metni meydanda yazıyorum. Allah izin verdiği sürece hainlerin kökü kuruyana kadar gece meydanlarda olmaya, diğer vakitlerde de her an teyakkuzda olmaya devam edeceğiz. Erol Olçak’ları, Halil Kantarcı’ları, Salih Alışkan’ları, daha nice şehitlerimizi ve gazilerimizi unutmayacağız. Her gece dimdik ayakta duran bu milleti unutmayacağız. Babamla, annemle, kardeşlerimle, dedemle, anneannemle ve dostlarımla omuz omuza verip aynı davaya baş koyduk. Yediden yetmişe tabirinin kapsamı dar kalır bu meydanlara. Henüz yeni doğmuş bebeklerden yüz yaşını geçmiş çınarlara kadar bu insanlar milli iradeye sahip çıkıyorlar. Millet cuntacılara ve fitne odaklarına darbe indirmeye devam ediyor.

Rabbim bu milleti muvaffak ve muzaffer kılsın, düşmanlarımıza kirli emellerine ulaşma fırsatı vermesin. Rabbim direnişimizi dirilişimize vesile kılsın.

 

Muhammet Emin Oyar

Saat: 02.11 / Salihli Kent Meydanı

 

 

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir