Okurun ve Yazarın Masası’nı yazarken şunu fark ettim: Büyük yazarların hemen hepsinde belli bir rutin var. İngiliz şair W. H. Auden bu gerçeğin altını biraz daha farklı bir cümleyle çiziyor. Auden’e göre “Akıllı insanda rutin, ihtirasın işaretidir.” Ben şahsen bir tanımın içine ihtiras girdiği an işkilleniyorum. Çünkü ihtiras kelimesi benim açımdan olumlu bir anlam taşımıyor. O yüzden yazar, şair, ressam, müzisyen, yönetmen gibi bir şeyler üreten insanların ihtirasla değil de iştiyakla hareket ettiklerini düşünürüm. Elbette bu, her sanatkâr için geçerli olmayabilir. Ya da Batılı sanatkârlar için ihtiras kelimesi daha olumlu anlama gelebilir.
Rutin, sadece yazarlarda, şairlerde ortaya çıkan bir şey değil aslında. Mesela 1993 yılında ölen İtalyan yönetmen Federico Fellini de belli bir rutinin sahibidir. Bir seferde üç saatten fazla uyuyamadığını söyleyen ünlü yönetmen, sabah altıda kalkar, pencereleri açar, evdeki kutuları karıştırır, kitapları oradan oraya kaldırırmış. Yıllarca kahve yapmaya çalışan ancak bunu bir türlü başaramayan yönetmen, bu işin uzmanlık alanı olmadığını söyleyip kötü kahve yapma gerçeğini saklamaya çalışır. Fellini, bir yazarın her şeyi tek başına yapabileceğine inanır ama bunun için disiplinin şart olduğunu söyler.
Doğru Kalem Doğru Sandalye
Amerikalı besteci Morton Feldman da çalışmak için farklı tekrarlara, rutinlere sahip olan bir isimdi. Çalışmak için taşraya yerleşen ve bir papaz gibi yaşayan Feldman, sabah altıda kalkıp beş saat boyunca beste yapardı. Telaşenin ve farklı işlerin ortasında eser üreten müzisyen, biraz yazdıktan sonra, yazılarını temize çekmeyi adet edinmişti. Feldman’a göre çalışmak ve temize çekmek arasında müthiş bir ilişki mevcuttu. Aslına bakarsanız ben de onunla aynı kanaatteyim. Türkiye’de editörlerin en çok sıkıntısını çektiği şey belki de kendilerine gelen dosyaların yeterince dikkatli okunmamış ve tekrar temize çekilmemiş olmasıdır. Aslında okurun ve yazarın masasında duran her yazı nüshası mutlaka temize çekilmelidir. Her temize çekiş, aslında yazının sağlamasını yapmak demektir. İster iyi bir okur olun, ister iyi bir yazar… Eğer yazıyorsanız dikkat edeceğiniz hususlardan bir tanesi de temize çekme, son okuma yapma ve imla tashihi olmalıdır. Feldman, temize çekmeyi göklere çıkarırken bence de çok haklıdır.
Daha önce de yazdığım gibi merhum Cemil Meriç de yazılarını temize çeken bir yazardı. 50 sayfalık yazıyı öyle temize çekerdi ki, geride ancak beş altı sayfalık müthiş bir metin kalırdı. Ancak Feldman, temize çekmek kadar önemli olan başka şeyler de sıralar ki, bence onlar bu sıralamaya giremezler. Feldman’a göre doğru kaleme ve doğru sandalyeye sahip olmak da çok önemlidir. Yıllarca Mozart’a rakip olmasını sağlayacak kadar rahat bir sandalye arayıp durduğundan belki de bu yüzden bahsediyordu.
Ama bu işler böyle Feldman’ın dediği gibi yürümüyor sevgili okur. Eğer yazı işinde doğru kalem, doğru sandalye, doğru silgi, doğru masa, doğru kâğıt vb. ihtiyaçlara girerseniz yazı falan yazamazsınız. Keramet masa, sandalye, kalem gibi araçların doğru olmasında değil. O sandalyeye oturan adam, o kalemi tutan el önemlidir. O yüzden sevgili okur sana tavsiyem meseleyi abartma ve yazdıklarını temize çek, son okuma yap, yeter.
W. A. Mozart dediğimiz adam, çok rahat bir sandalyenin sahibi olduğu için kendisinden yüzyıllar sonra da dinlenen eserleri geride bırakmadı. Eğer keramet sandalyede olsaydı Mozart’tan sonra o koltuğu ben alırdım inanın. Sesim güzel olmadığı için sadece beste yapardım. Demek ki iş Feldman’ın dediği gibi sandalyede değilmiş. Mozart, saat altıda kalkıp saçını tarıyor, saat yedide tamamen giyinmiş olarak hazır hale geliyor, saat dokuza kadar beste yapıyor, dokuzdan saat bire kadar ders veriyordu. Günlük çalışma ritminde saat altıya kadar ara verse de bu saatlerden sonra saat dokuza kadar tekrar beste yapıyordu. Yani bunlar onun rutiniydi ve her gün tekrar ediyordu. Dışarıdan eve dönünce beste yapmadan yatmayan Mozart, genellikle saat bire kadar yazıyor ve sabah altıda tekrar kalkıyor. Gördüğün gibi sevgili okur, bu anlattıklarımızın arasında sandalye nerede? Tabiî ki hiçbir yerde!
Biraz Kâğıt ve Bir Kalem

Beethowen, sabah erkenden kalkan ve hızlıca işinin başına oturan bir adamdı. Özenle hazırlanmış kahvaltısı ise tiryakisi olduğu kahveydi. Eser veren, üreten kişilerin belli başlı takıntıları oluyor ama bu takıntıların birçoğu özenilecek bir şey değil. Beethowen’de var bende de olsun diyebileceğimiz bir olay yok ortada yani. Her sabah ardı ardına kahve içmek, hem de her kahvenin içine tam 60 tane kahve çekirdeği atmak, benim açımdan ne rutin bir iş, ne de gerekli bir şey. Kahve kahvedir ve ayarı göz kararı olur. Tam dozu tutturmak için amele pazarından işçi alan pinti müteahhit gibi tek tek ve dikkatlice saymak, ancak işin hamallığıdır.
Kahve seanslarının ardından çalışmaya koyulan bestekâr, arada kısa molalar verir ve yürüyüş yapardı. Bu yürüyüşlerin verimliliğini arttırdığını düşünürdü. Öğlen yemeğinin ardından akşamüstünün kalan kısmını uzun yürüyüşlerle süslerdi. Bu arada aklına ansızın bir beste gelir diye de yanında bir kalem ve bir de nota kâğıdı bulundururdu. Belki buradan hareketle yazı yazan kişinin her zaman yanında birkaç yapraklı defter ve bir de kalem bulundurmasının iyi bir fikir olacağı kanaatine ulaşabiliriz. Neticede söz uçuyor ama yazı kalıyor, değil mi?
Akşamları geç yatmayan, dostlarının anlattıklarına bakılırsa en geç saat onda yatağa giren müzisyen, böylece sabah da erken kalkabiliyordu. Onun en belirgin özelliği ise banyo alışkanlığıydı. İşin bu kısmı oldukça ilginç sevgili okur. Çünkü Beethowen’in banyo alışkanlığını anlatan öğrencileri onun adeta bir Doğulu gibi davrandığından bahsederler. Neticede bir dönem papaların, Müslümanlar yıkandığı için, yıkanmayı yasakladıkları bir Batı dünyasından söz ediyoruz. Görkemli bir sabahlıkla banyonun önünde durup büyük ibriklerden ellerine su dökerek yüksek sesle notaları seslendirdiğini bildiğimiz müzisyen, odasında uzun adımlarla dolanır, bir şeyler karalar ve sonra tekrar su dökmeye ve yüksek sesle şarkı söylemeye devam edermiş.
Müzisyenlerin ya da yönetmenlerin alışkanlıkları, günlük rutinlerinin yanında tekrar yazarlara dönersek ilk ele alacağımız kişi kuşkusuz Fransız Aydınlanma dönemi yazarı ve filozofu Voltaire olur. Özellikle ilerleyen yaşında yatakta çalışmayı seven yazar, sabahı yatakta okuyarak geçirirdi. Bazı zamanlarda da yeni eserlerinden bir tanesini sekreterlerinden birisine dikte ettirirdi. Öğle yemeği yemeyen Voltaire, akşam yemeğinden önce biraz çalışır, gezer, yemekten sonra da gece geç saatlere kadar eserini dikte etmeye devam ederdi. Sekreterine bakılırsa yazar günde 18-20 saat çalışıyormuş. İşte bu noktada da rutinlerin önemi ortaya çıkıyor. Hangi yazar olursa olsun, sahip olduğu rutinler, onların uzun soluklu çalışmalarda dinlenmelerine, âdeta nefes almalarına imkân veriyor. O yüzden belli tekrarlar, rutinler yazıya dinamizm katar.
Yazı Arasında Dikiş Dikmek
Jane Austen, bir yazar olarak hiç yalnız yaşamayan ve günlük yaşamında da yalnızlığa ihtiyaç hissetmeyen birisiydi. Austen, Voltaire’in, öğlen saatleriyle akşam yemeklerinin arasına geziler koyar, sonrasında dostlarıyla oturup kalkmasına nazire yapar gibi misafirsiz gün geçirmezdi. Bir yazar olarak genç sayılacak bir yaşta ölmesine rağmen oldukça verimli yıllar geçiren Austen, ailesinin oturma odasında yazıyordu. Bu kadar ortada olup da bu kadar iyi yazmasını bir türlü çözemediğim Austen, rahatça bir kenara kaldırılabilecek ya da üzerine bir peçete örtülerek gizlenebilecek küçük kâğıt parçalarına notlarını alıyordu. Odaya birisinin girdiğini de çift kapaklı kapının çıkardığı sesten anlıyordu. Sabah ev ahalisi uyanmadan piyano çalan, dokuzda kahvaltıyı hazırlayan yazar, olur da bir misafir gelirse yazdığı küçük kâğıtları hemen ortadan kaldırır ve annesi ve kız kardeşiyle dikiş dikmeye başlardı.
Demem o ki, yazı yazmak için belli bir rutinimizin olması lâzım. Böylece hem uzun soluklu çalışma saatlerinin getireceği yorgunluklar azalacak hem de üretkenlik kendiliğinden gelecektir. Ama bu rutinler, kendi gerçeklerimizden oluşmalı; bir başka yazara, şaire, yönetmene bakarak, onların yaptıklarından kopyalayarak olmamalı. Bu rutin işini de çok abartmamalı, yazının önüne geçirmemeye dikkat etmeliyiz. Neticede asıl amaç bir rutine sahip olmak değil, yazının ağırlığını hafifletecek ve yapılan işin kalitesini arttıracak bir araç kazanmaktır.
Davut Bayraklı
2 Yorum