İlginç Bir Salyangoz

Salâh Birsel’in kaleminden Virginia Woolf’un okurluğu…

***

Andre Maurois’nın anneannesi doksan yaşına çengel attığı vakit bile, bir gün olsun, yeni yazarları okumaktan geri kalmamıştır.

Okumak budur.

Yaşamın boyunca binlerce ton kitap devirmedinse hiçbir şey okumamış sayılırsın. Aralık aralık, yasak savmak, bir toplulukta utançlı duruma düşmemek, ya da geceleri uykuyu egavlamak için fıştıklanan kitaplar okuma sınırı içine girmez.

Uzun lafa ne gerek, okumayı seven kişi, bir kitabı bitirdi mi, bir başkasının üstüne atılmadan duramaz. Kimileri de birini bitirmeden ötekine başlar, ya da birini okurken, ona ara vererek bir başkasını mideye indirir. Şu var ki, çok çok okumadan, boyuna okumadan dünya ve dünya yazını üzerine öksürüksüz bir yargıya varmanın yolu yoktur. İngiliz romancılardan Virginia Woolf şöyle der günlüğünde:

“Tanrım okunacak ne çok kitap var! Dickens ile Mrs. Gaskell’in tüm yapıtlarıyla karşılaştırabilmek için James Joyce’un, Wyndham Lewis’in, Ezra Pound’un tüm yapıtlarını okumalıyım. George Eliot’u ise hesaba katmıyorum. Sonunda da Thomas Hardy’yi okumalıyım.”

Nedir, Virginia Woolf’un hop oturup hop kalktığı yazarlar sadece bunlar da değildir. Henry James, Saint-Simon, Cervantes, Walter Scott –onun Old Mortality’sinin iki kez harmanlamıştır- George Meredith, Daniel Defoe, önüne kim çıkarsa seksen tırnağıyla yakasına yapışır. Bir gün, birden, Richardson’dan bir şey okumadığı aklına düşmüş, yağmur altında kitapçısına koşarak, yazarın Clarissa Harlow adlı romanını almıştır. Vah vah ki, günün büyük bir bölümü geçtiğinden kitabı okuyamamıştır. Ama roman uzun mu uzundur. Sonra, o gün için Euripides’in Medea’sını okuyacaktır. Biraz da Eflatun kemirmeyi düşünüyordur.

Woolf her yazardan bir şeyler okumayı sever. Bunun için çabuk çabuk, nefes almadan okuması gerektir ama bunun bir düş olduğunu anlamıştır. O, gece yarıları bile, dışarıda fırtına ortalığı kasıp kavursa, her şeyi ayağa kaldırsa da okumasına ara vermez. Çokluk da iki yazarı birden salamuraya yatırır. Bunlardan biri İngiliz ozanı Chaucer ise, ötekisi İtalyan Pastonchi’dir. Ya da bir yandan Homeros’un Odisseus’unu damıtıyorsa, öbür yandan da Proust’u atıştırıyordur. Yani ilkçağla xx. Yüzyıl arasında, boyuna mekik dokur. Çok okuduğu için, kimi zaman külüstür yazarların üstüne düştüğü de olur. Bir kez, büyük paralar vererek Fransız ozanlarından Leconte de Lisle’in tüm kitaplarını bile almıştır. Wollf, Rus yazarlarını da savsaklamamıştır. Ama Dostoyevski ona göre –bu düşünceye T.S. Eliot da katılır- İngiliz edebiyatının bir molozudur. Savaş ve Barış ise kaba ve yontulmamış bir kitaptır. Kendi kendini yetiştirmiş birinin elinden çıkmıştır. Bunaltıcı, ilkel, uyuşturucudur. Kısacası Tuzsuz Deli Bekir’dir.

Yazarımız gençliğinde, Shakespeare’i de hiç sevmemiştir. Gelgelelim, kırıkında, onun tiryakisi kesilir. Geceleri Kral Lear’dan, II. Richard’dan ya da Shakespeare’in herhangi bir oyunundan bir iki perde okumazsa karnının şişi inmez. Ne ki, o yaşlarda Virginia’yı en çok da uzun şiirler sarar. Düzyazı okumanın vakit yitirmek olduğuna inanır. Var mı şiir, yok mu şiir. Şiir, kendi anlatımını da etkilemiştir. Artık, buğday tarlalarını, kırmızı ve mavi mintanlı orakçıları, gözleri fal taşı gibi açılmış sarı entarili küçük kız çocuklarını uzun uzun anlatmaya kalkışmaz. Oysa, tazeliğinde, XVIII. Yüzyıl düzyazısına büyük düşkünlükler göstermiş, Thomson’ın Hakluyt adlı kitabına vurulmuştur. O yıllarda Merimee’ye de baygındır. Kilometrelerce Cariyle ve Shelley de okumuştur.

(…)

Salâh Birsel

Kaynak: Paf ve Puf, Salâh Birsel, Sel Yayınları, 2013 İstanbul, Sayfa: 109-111

DİĞER YAZILAR

1 Yorum

  • ömür dediğin , 13/08/2014

    Anlatım; ilginç, hoş ve samimi. Öyle sanıyorum ki sosyal statülerimizin yön verdiği, aslında neredeyse işlevini yitirmek üzere olan hayatın içindeki “atıştırmalık” okumalarımız bütünüyle ciddi bir okuma serüveni olarak durmuyor karşımızda. Hiç ara vermeksizin iki yazarın tüm kitaplarını okuyarak bunun da kritiğini yaparak, hayata bir başka pencere açmak, yenilenmek, sürekli bölünerek azalan şu vakitlerde zor ve işte tam da bunun için bu vakitlerde önemli. Eskiden elime aldığım kitaba söz vermiş gibi onu bitirmeden katiyyen bir başka kitaba geçmezdim. Şimdi ise roman, düşünce, şiir, din, felsefe eksenli okumalarımın ruhî ve fikrî ihtiyaçlarımla doğru orantılı olarak arttığını düşünüyorum. Öyle ki kucağımda bir top kitapla oturana kadar hangisini okuyacağıma karar veremiyorum. Bu arada, Cemil Meriç’i fena kıskanıyorum.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir