Kırdığım aynalara sarılarak uyudum bugün. Etime saplanan her parçada, kanımı akıtan her kıymıkta, çitlerin üzerinden neşeyle atlayan bir koyunun sürüye akseden anlamına rastladım. O anlam ki uyumayı değil, uyuşmayı imliyordu. Zamana uydum, zamanla uyuştum.
Rüyalarımdan kan damlıyor, bildiğin gibi.
***
Yüzümü yastığa gömerek uyudum bugün. Bir kahveden, bir klişeden, mesela, etimden sıyrıldım. Köşe kapmaca oynadım, kendimden ustaca saklandım bugün. Öldüğümde uyanacakmışım, haberini aldım. Yırtık bir yastığın kılıfıymış yüzüm. Öksürük, karaciğerin en rutubetli katlarına inip inip çıkarken, bir deveden kuş yaparken Allah ve açılıp kapanıyorken asansörler, uyku bir giyotinmiş, anladım.
İnsan, hayvan ve toprak…
***
Dünyanın artezyen kuyularından çektiği kokuşmuş cerahati, biteviye uykunun cüzzamlı cesedine pompalayan temiz, tertemiz bir kalbe sığınarak uyudum bugün. Büyük bir anlama kalp olduğumu düşleyerek, o cihana sığmayan, o dağların elini tersiyle itip defettiği, o büyük amellerimi gördüm. İçimizdeki mahkemeye molotoflarla saldıran o büyük günah küçüldükçe küçüldü… Hani o şuurun şerbetli, bilincin hikmetli, yasak elmanın mayhoş tadı… Hani nane tadında, hani o bildiğimiz şaka, hani otuz üç defa, estağfurullah!
“Kalbim başkasının kanında yüzen bir ada”
***
Dilimde bir ünlem işareti ile uyudum bugün. İnsana dair tanımların, yüz yıllardır eşyalar üzerinden yapılıyor olmasına -bilmem kaçıncı milyon defa- ve sanki ilk defa, denizi gören bir çocuk gibi şaşırdım. Alnımı kucaklayan seccadenin, keşke toprak olsaydım dediğini duyar gibiyim.
Dilimi yuttum.
***
Tropikal bölgelerde yaşayan, çok nadir görülen sevimli bir hayvana sarılarak uyudum bugün. Aslında onun, çok tehlikeli ve zehirli olduğu gerçeğine direnmekten alıkoydum kendimi. Sevgili kadirşinas gerçekliğim, dedim, kaç yıldır kapındayım, bir adım olsun eşiğine varamadım.
Gerçekliği her avuçlayışımda, bana işmar eden imgelem. Ya sen öyle misin? Çağırdığımda gelirsin, söküğüm olsa dikersin. Biricik sevgilim, ciğerparem benim. Sen, imgelem; rüyada uçabiliyor olmanın zavallılığını, her şafak atımı birinci kat semadan aynı yatağa düşen enlemi, sabahın üç buçuğunda boğularak uyanan boylamın çaresizliğini verdin bana. Bir çiçeğe peygamber ismini veren ve o peygambere iman etmeyen insanın okuduğunu anlamadığını gösterdin. Ve günlerden bir gün, olanca genişliğiyle kabir, birkaç saat önce ölmüş terütaze bir annenin kaburgalarını çatırdatınca, gerçekliğin göğsünde yarı uyanık, baygın gözlerle sana bakan, kurumuş dudaklarını serinleten o sevimli hayvanı verdin… Parmak uçlarıma, tırnak diplerime, en saklı yerlerime kadar sırılsıklam, körkütük aşığım sana.
Dünyada olduğumun, maalesef, hâlâ yaşıyor olduğumun, sönmüş bir yanardağ, kurumuş bir kabuk, solmuş bir çiçek olduğumun yegâne kanıtısın sen.
***
Adolf Hitler’i kurşuna dizerek uyudum bugün. Hitler ki çift başlı bir ifrit, kötürüm bir şeytandı. Zalimi zincire vurunca sükûn buldum.
Miğfer devletlerinin ve şürekâsının zalim olduğu varsayımı, Stalin’in ve ittifak güçlerinin masum olması gerektiği önermesi ile çelişince fesleğen kokan uykumdan uyanmak zorunda kaldım. Ahir ömrümde cehennemi kendine yakıştıranı görmedim ama ateşin temizlediği ile avunan safdilleri çok gördüm.
İnan bu savaşa girmek istemezdim.
***
Her gün, kızımı bağrıma basarak uyudum. Onu öptüm, kokladım. Onu her Allah’ın günü, tek bir Allah’a iman etmeye davet ettim. Onu ellerimle yonttum, Beytullah’ın en güzel köşesine koydum.
Cennet meyvesi değil mi? Onu her gün, uzak bir hatıra gibi hüzünle yâd edip, karnım acıktığında yiyorum.
***
Bu gece her gece uyuduğum gibi uyudum. Şakacı bir karasaban gibi ter boşalan sırtıma saplandım. Pi sayısını düşündüm. Pi sayısının dünyada işgal ettiği yerin, yokluğumda oluşacak boşluğa oranını hesapladım. Tolstoy’un hikmetli masallarını hatırladım. Tolstoy’un cehennemde cayır cayır yanma ihtimalinin ürpertisiyle irkildim. Requiem for a dream’i düşündüm. O korkunç final sahnesinde büyüyen göz bebeklerinin, maktüllerin retinalarını yok yere işgal eden yorgun ruhların dehşetengiz hatırasıyla sarsıldım. 2023 yılında 23 yaşına girecek 23 uyuşturucu temalı filmin caydırıcı vasıflarını belleğin çukurlarında sevinçle gezdirdim. “Sonsuz anısına büyük hayatın, kısacık sanılan büyük hayatın” dizesini keşke ben yazmış olsaydım dedim. Şiir dedim, ne menem bir panzehir… Dönüp bakıyorum, ömrüm boyunca uyumuşum, mesela dün, dağlarda falan dolaşmadım, bütün gün evdeydim. Şiir dedim, vazgeçtim. Bir an evvel uyanmalıydım. Yataktan kalktım, yorganı üzerimden bir mezar taşı gibi kaldırdım. Güneş takvimiyle gömülen insanın, ay takvimiyle dirileceğini hatırlayarak, ömrün zekâtını ölerek ödeyeceğimi anımsadım.
Zamanı günlere bölmenin süreğen çaresizliğiyle, ağlayarak uyandım.
***
İçimde bitimsiz bir ağlayışla uyudum bugün. Anladım, bir türlü uyanamayacağım. Serî Sakatî hazretlerinin duasına âmin dedim:
“Allah’ım! Eğer bana bir şeyle azap edeceksen, hicap zilleti ile azap etme.”
Bahadır Dadak
İlgili yazı: Fanilik Notları – I
3 Yorum