Görüle görüle solmuş bir rüya ile uyandım bugün. Elim, yine boşlukta duruyordu. Boşluk işte… Tarifi imkânsız olan. Kelimelerin, tanımlamaya gücünün yetmediği. Kendini sadece tecrübeye açan. Aşk gibi. Tamamen öznel. Asla bir başkasına anlatılamayan ve aktarılmayan. Bu sabah yine elimden kendim tuttum. Boşluk, bildiğin gibi.
***
Elimde bir buz parçası ile uyandım bugün. Sana, eriyerek uyandım. İnsan eriyen bir varlıktır, diye bir tanım yaptım. Şuraya, insanın eriyebileceğini ve dahi erebileceğini koydum. Ermek, kendinden geçmek ile ilgili. Benlikten soyunmak. Erimek ise kendiliğini terk edip yeni bir formda uyanmak. Erimekten ermeye bir yol bulunabilir o halde. İnsan eriye eriye erebilir. İnsan eriye eriye ölebilir.
***
Yüzümde bir alışkanlık ifadesiyle uyandım bugün. Uyandığımda öldüğümü anladım. Her alışkanlık bir ölümdür, bilmez değilim. Acılara katlanma yolu olarak alışkanlığı icat eden insan, kendini öldürdüğünü bilseydi hiç o caddeye girer miydi? Gerçi bu sorunun cevabından emin değilim. Söz konusu insan ise her cevap olası! Kendine rağmen hareket edebilen bir varlık insan. İnsan şeytan ve melek…
***
Dilimde bir soru işareti ile uyandım bugün. İnsan en çok kendine soru işaretidir. Şüpheleri arttıkça soruları da artar. Her cevap yeni bir soru işaretini imler. Hayat da böyle akıp gitmez mi zaten! Belki de hayatın çekiciliği burada. Her seferinde daha zor bir sorunun varlığını hissederiz içten içe. İçten içe soru işaretlerinin bizi inşâ ettiğini biliriz. Bazen bir insan, koca bir soru olur. Umut ise sadece acıyı arttırır.
***
Elimde ölmüş bir kuşla uyandım bugün. Elimdeki ölmüş kuşu, başka bir ölmüş kuşa değdirdim. Çivi çiviyi söker dedim. İnsan insanın imtihanı… Sonra tuttum bir nefes üfledim. Belki dedim, nefes nefese değerse… Hayatımın belkilerden müteşekkil olduğunu anladım o an. O an Aristo, elinde Metafizik’le bana kızgın gözlerle bakıyordu. Şiire küstüm.
***
Dilimde kime ait olduğunu bilmediğim kelimelerle uyandım bugün. Kelimelerin de sahibi olduğunu öğrendim. Her kelime ancak sahibinin dilinde seyr u sülûkunu tamamlarmış, bildim. Bir ayrılık kelimesi seslendirdim sessizce. Sonra da bir vuslat… Sahiplerini bulmalarını diledim Allah’tan… Allah’tan O’nu…
***
Hiç sevilmemiş bir çocuk gibi uyandım bugün. Zonklayan yerlerimi söküp atmak istedim. İç burukluğu… Son nefesin boğazıma dayandığını hissettim bir an. O an dünyam durdu. Renkler soldu. Siyah beyaz bir pencere açıldı önümde. Bir aşka rehin verdiğim yıllar kendini bir yardan atarken hiç sevilmemiş kumral saçlarımı kazıttım. İnan uyanmak istemezdim.
***
Bu sabah her sabahki gibi uyandım. Hüzünlü bir gölge gibi odada dönüp durdum. En sevdiğim kitapları raftan aldım, en sevdiğim kitapları rafına geri koydum. Bir dize yazdım, yazdığım dizeyi sildim. Şiir dedim, hemen vazgeçtim. Tekrar uyumalıydım. Yatağa girdim, yorganı üstüme bir mezarı örter gibi örttüm. Bugünün başlamadığını hayal ettim.
***
İçimde bitimsiz bir ağlayışla uyandım bugün. Anladım, çıkış yok bu tünelden. Erenlerin sözlerinde bir nefes soluklandım.
Hasan Harakānî hazretleri bir gece Hak Teâlâ’yı rüyasında görmüş ve “Altmış yıldır dostluğunda ömür tüketiyor ve şevkinle yanıp tutuşuyorum.” deyince şu cevabı almış: “Sen altmış yıldır (bizi) talep ediyorsun, bizse ezelin ezelinde senin (bu) dostluğunun kaydındayız!”
Sulhi Ceylan
İlgili yazı: Talep Çölünde Bir Susuz
14 Yorum