Devam Edecek Hikâyeye Alternatif Son

Hikâyenin ilk bölümünü buradan okuyabilirsiniz: Cemreler Düştüğünde

İkindi namazını kılıp, yolu biraz daha uzatmıştı. Caminin karşısındaki Fuatpaşa Caddesine doğru yürümeye başladı. Caddenin iki tarafına dizilmiş büyük çınar ağaçlarının altında ilerliyordu. Her biri birkaç asrı devirmiş heybetli ağaçlar, bu mevsimde etrafa güzel bir koku yayıyordu. Bu şehrin kendine has dokusu ve Osmanlı’dan günümüze kadar hâlâ korunmuş yapılarıyla, insanı rahatlatan bir tarafı vardır. Yapılar bozulmaya çalışılsa da başarılamamış, asırlık ağaçlara zarar verilmeye çalışılsa da kendilerine korumuşlardı. Adliye binası ve Taş Lise’nin arasından ilerleyip, pazara inen yolun köşesindeki İncik Çeşme’sine yanaştı. Çeşmeden birkaç yudum su içip, Kamil’in önünden her geçtiğinde içini çekip, -ah ettiği binanın merdivenlerinde soluklandı.

Ahşap yapıdaki bina, büyük çınar ağaçlarının arasında, çeşmenin hemen bitişiğindeydi. Sıvaları düşmüş, üzerine atılan boyalardan hangi renk olduğu belli olmayan bir binaydı. İki büyük vitrin camı, bir de küçük bir kapısı vardı. Vitrinleri ve kapısı kahverengiye boyanmış bina, geçen onca yılın ardından epey harap olmuştu. Kamil binanın önünden her geçtiğinde burada açmak istediği sahaftan bahsedip, iç geçiriyordu. Vitrin camlarından içeriyi izliyor, binanın dört tarafını gezerek binayla ilgili hayallerinden bahsediyordu. Hangi odasına ne yapacağından, kitaplıkları nereye koyacağına; tabelasının nasıl olacağından, çayın kaç Lira olacağına kadar her şeyi planlıyordu. Gerçekleşmesi pek de mümkün görünmeyen bu hayalin peşinde büyük bir inançla ilerliyor, projesini sürekli geliştirmeyi de ihmal etmiyordu.

Soluklanmak için binanın merdivenlerine oturdukları bir gün sormuştu ona; “Oğlum sahaf açacak başka yer mi yok? Baksana binanın kendine hayrı yok! Daha düzgün bir yerin hayalini kursana.” Kızarak sözünü kesmişti; “Şu çınar ağaçlarının güzelliğine bak, hele şu çeşme; Allah aşkına söyle, hangi binanın kendine ait çeşmesi var? Şu ahşap zeminde, bu odalarda ne muhabbetler dönmüştür… Sahaf eskimiş, değerli şeyin kıymetini bilen, anlamlarına da gelir. Yaptığımız işe en uyacak mekân burası… Ah, bu binanın kıymetini bilmiyorlar! Bir gün azılı bir müteahhit buraya da el atmadan bana nasip etse Allah…”

Yerinden kalkıp, kulaklıklarını taktı. Cumhuriyet Cadde’sine doğru yönelecekti ki üstüne bastığı mazgal çöktü.Yusuf, üç metre derinliğindeki kuyuya düşerken başını çarpıp bayılmıştı.

Çın çın çın…

Mutfakta derin bir sessizlik hâkimdi. Yusuf çayları tazelerken, Kamil masanın üzerindeki kâğıda bir belli belirsiz bir şeyler karalıyordu. Yusuf sessizliği bozdu:

– Oğlum bu nasıl iş, hikâye böyle devam etmiyordu ki?

– Sorma Pirim, afilli bir giriş yapıp ikinci bölümde olayı derinleştiririz diye planlıyordum ama olmadı.

– Nasıl olmadı?

– Şöyle ki seni alıp Ihlamur Çay Bahçesine götürecektim, orada Çaycı Ahmet, Kamil ve Muhammed’i de konuya dâhil edip muhabbeti döndürecektim. Altında oturduğunuz Ihlamur ağacını imge olarak kullanıp, senin hikâyenin başlangıcıyla ıhlamur ağacının çiçek açmasını aynı tarihe getirip düğümü çözecektik…

– E, çok güzel işte! Beni niye kuyuya attın oğlum şimdi?

– Eksik bir şey var, bir türlü oturmuyor. Ya hikâyeyi bağlamından tamamen koparıp, farklı bir hikâyeye dönüştüreceğiz ya da alternatif bir son verip bu hikâyeyi başka bir bahara erteleyeceğiz.

 Alternatif Son

 Yusuf düştüğü yerde başını çarpmış baygın bir şekilde yatarken, adliyenin önünde olayı gören nöbetçi askerler koşarak yardıma geldiler. Etrafa bir anda doluşan halk, Yusuf’u çıkarmak için çözüm yolu ararken Yusuf başka bir âlemde uyanmıştır.

Turuncu renkteki gökyüzüne doğru uzanan iki büyük ahşap kapının tam ortasındaki ıhlamur ağacının altında duran Yusuf, yüzü silik bir suretin gitgide kendine yaklaştığını görünce korkmaya başladı.

– Neredeyim ben, burası neresi?

– Bitti!

– Ne bitti anlamadım, anlatıcı nerede, hikâye nereye gidiyor?

– Hikâye bitti Yolcu, burası gerçekliğin ta kendisi!

– Ben çay bahçesine gidecektim; Kamil, Muhammed, Ramazan Amca gelecekti… Onlarla derin bir muhabbete girip, benim asıl hikâyeye giriş yapacaktık. Ramazan Amca ıhlamur ağacından bahsedecekti…

Duraksadı, şaşırmıştı. Eliyle ıhlamur ağacını gösterdi;

– Bu ağaç bizim ağaç, onun ne işi var burada?

– Şu iki kapıyı görüyor musun? Biri senin hikâyenin başlangıcı, diğeri anlatıcının sana kurduğu hikâyenin başlangıcı… Bu ağaç da başlangıç noktası.

– E, ne olacak şimdi hikâye devam edecek mi?

– Bre ahmak, bitti dedik ya!

Dıtt… Dıt… Dıtt…

Yusuf büyük bir baş ağrısıyla buğulu gözlerini yavaş yavaş açarken, ne olup bittiğini anlamlandıramaz bir vaziyette etrafına bakmaktadır. Hangi dünyada, hangi hikâyenin içindeki kahraman olduğunu artık karıştırmaktadır. Yatağının etrafında toplanmış arkadaşları Kamil, Taha ve Muhammed gözlerini açtığını görünce heyecanlandılar:

– Oh be sonunda uyandın Pirim, çok korkuttun bizi!

– Pirim, nasıl düştün sen o kuyuya Allah korumuş vallahi….

Yusuf boş bakışlarla etrafına bakmaktadır. Kamil, Yusuf’un boş bakışlarını görünce arkadaşlarını yatağın başından uzaklaştırdı.

– Pirim, iyi misin? Biraz dinlen istersen?

– Lan Kamil, kafayı sıyıracağım ne oldu oğlum bizim hikâye?

Kamil arkadaşının zihnindeki karışıklığı görünce korkmaya başlamıştır:

– Ne hikâyesi Pirim, sen çok yorulmuşsun dinlen biraz…

Yusuf, iyice afallamış tutacak bir dal bulamamanın çaresizliğiyle ne yapacağını bilememektedir?

– Ben iyi değilim galiba… Evet, biraz uyusam iyi olacak.

Enes Can

 

 

DİĞER YAZILAR

2 Yorum

  • MRE , 19/04/2023

    İlk bölüm çok güzeldi. Heyecanla serinin devamını bekliyordum. Neden böyle bir sonuç oldu ki Üzüldüm valla.

  • Mirror , 19/04/2023

    Yağmurdan camiye sığındığım bi`an benim için başka alternatif bir son olabilir mi diye düşünürken okudum.
    İyi ki okudum.
    Tebrikler, keşke daha da devam etseydi…
    Hazır camide iken yazarın kalemi için dua edeceğim.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir