Bağbozumu Çetin Olur Sürgünün

Bağbozumuydu. Nine Hatun şalını serdi peşi sıra. Kırlangıçların göç mevsimiydi ya; haber demekti bu. Her bahar yiğitlerin öyküsü doldururdu köy meydanını. Nine Hatun şalını perde çekti güneşe. Bulutları, yıldızları, ayı güneşi topladı sırtına, mezarlığa vardı. Koca babasını yâd etti. Bir elham, üç ihlas okudu. Gözlerinden üç damla asır döküldü. Rüzgâr selam durdu asâletine. Mor karanfilli entarisinin ayakuçlarını topladı, cepkenini düzeltti, libadesini sıkıca sardı, hazırlık yapar göründü biraz. Başını çevirdi Nine Hatun. Haberin kokusu gelir de kendisi geç mi kalırmış, gözlerini kısmadan gördü kısrağı. Kısrak ki ne kısrak. Toprak altından kayar sanırsın. Başı dik, göğsü er meydanında galip gelmiş pehlivan göğsü. Yüreği kıpraştı Nine Hatun’un. Kısrağın süvarisi nice olaydı ki?

Peşi sıra koştu süvarinin. Köy meydanında rast geldi. Kısrağın üstünden göklere uzanır gibi durmuş. Güneş yüzünden doğar sandı. Perçemi geniş alnına set çekmiş. Rüzgâr yol boyunca taramaktan aşka gelmiş saçlarını da kendine gelememiş bir türlü. Boynunda cevşen, koynunda fistan, gözler desen nazarı destan. Bir baktı mı fizandaki dağlar oynar yerinden. İsfahan’ın çölleri vaha olur birden. Gözler ki âfet. Gözler ki âşina eder ceylanları. Ama baktı mı eritir taşları. Merhamet billur olur akar gözbebeklerinden. Boyu serviye nazire. Güzellik dile gelse dilsiz kalır karşısında. Ay ki; ikiye bölünmüş, bir yarısı erimiş bu civana bürünmüş. Derler ki; diğer yarısını bulmaya gelmiş.

Bu köyün kaderi yedi bağbozumudur aynı çileyi döker. Köy meydanında pehlivanlar boy gösterir, cengâverler kapışır civanmertlikte, yedi düvelin diline destanlar yazılır. Destanlar yazılır da bozulmaz bir türlü Güzel’in kaderi. Güzel ki; asalet, zarafet acziyettir karşısında. Güzel ki; suda yürüse, su utanır berraklığından. Köyüne bahar gelmeye ar eder; çiçekler mahcup açar, karanfiller sümbüller kokusuz göçer, ağaçlar çekinir yemiş vermeye. Güzel ki; dilleri lal eyler, kim anlatabilmiş ki ben söyleyeyim?

Güzellik ete kemiğe bürünmüş, meydana varmış dediler. Dedikodu tez yayıldı. Âlem civan görmeye geldi. Genç kızlar yaşlandı görünce. Koca karılar gençlik diledi. Köyün delisi secdeye vardı, “Allah’ım”dedi, “Sana hayranlığımızı gökten mi indirdin?” Periler çocukların rüyalarına saklandı. Ay battı, güneş söndü. Yıldızlar bir bir terki diyar eyledi samanyolunu. Melekler secdeye vardı, “Allah’ım” dedi, “Sana hayranlığımızı yerden mi bitirdin?

Geçti karşısına Nine Hatun. Tuttu kısrağın yularından. “Git oğul!” dedi. “Sen ki; gözümüzü kamaştırırsın, âşina edersin bizi. Buranın bağbozumu çetindir. Rüzgârı saçlarını süpürge eder, gelemezsin kendine. Buranın bağbozumuna aşk mevsimi derler. Ah u figanına devran yetişmez. Git yiğit oğlan, ne kendini erit, ne bizi!” Civan kaldırdı başını. Âlem nefesini tuttu sanki. Ağaçlar köklerine sarıldı, çocuklar annelerine. Bir şey diyecek sandı herkes. Köy yeri taş kesildi. Yaseminler çürüdü yerde. Göl kurudu, nilüfer çekildi yatağına. Ekinler başından, toprak suyundan vazgeçti. Civan eğdi başını, âlem nefesini saldı.

Nine Hatun yalvara yazdı. “Git paşa oğlan!” dedi. “Bu meydanda ne pehlivanlar yatar. Güzelliğine güvenme. Kurdu kuşu vefasız olur buranın. Gözbebeklerin doyurmaz gözlerini.” Başını kaldırdı civan. Âlemin nefesi tükenecek sandılar bu kez. Civan, Nine Hatun’a baktı; Nine Hatun çeşme başına. Kaza kadere boyun eğdi. Ay tekrar çeşmeden doğdu. Hava aydınlandı. Gözler kamaştı. Civan’ın yüreği oynadı bu kez. Gözlerine yazık etti. Feri söndü birden. On iki yıldız halka kurdu yeniden. Dünya semaya durdu. Âlem zelzele olacak sandı. Gökten bir top alev düştü. Süzüldü Güzel. O süzüldükçe gözleri süzüldü Civan’ın. Âlem kıyamet sandı. Gök kızıla büründü. Göçmen kuşlar gerisin geri dönmeye başladı. Mağrip ve maşrık ters düz oldu. Yıldırımlar yerden yükseldi kara bulutlara.

Köyün delisi çıktı geldi lodostan. Asasını üç kez vurdu yere. “Ey bağbozumunun eşkıyası! Hakikati nerde buldun da çölümüze getirdin?”  Duymadı civan. Köyün delisi asasını kaldırdı. Üç kez göğün kapısını çaldı. İnşirah halka halka yükseldi göğsünden. Bir asası kaldı orta yerde.

Nine Hatun peşinden koştu civanın. Ayaklarına zincir etti ellerini. “Bu topraklar kaldırmaz yükünü. Bu topraklar bağrını açmaz sen gibi güzele. Var yoluna git. Mecnun Leyla’sına mı kavuştu ki; nedir bu kibrin gururun?” Civan sürüdü ayağını. Toprak çatladı. Korku sağanak yağdı. Kız çocukları, bedenceğizleri diri diri gömülecek sandılar. Mollaya sorayazdılar; ilim sus pus oldu, kitaplara sığındı. Aşkın ilmini bilen kim vardı ki söndürsün yiğidin ateşini? Avam şaştı kaldı. Bir Nine Hatun bildi olacakları. Civan eşiğe vardığında başını dayadı eşiğe Nine Hatun. “Söz ki; dilinden bal olur akar, lal dilime kim had biçmiş ki huzurunda yalvarayım? Sen ki halin bedene geldiğisin, halimize merhamet et. Aşkın istidadı yetmez bu eşiği aşmana. Gözlerimi al, kör olmuş gözlerine bedel say. Kalbin kilidini çözmek sana düşmez abdal oğlan.” Söyleyecek sözü kalmamıştı Nine Hatun’un. Gözlerinden üç bin asır döküldü.

Civan eğdi başını. Koynundan fistanını çıkarıp serdi Güzel’in ayaklarına. Gördüler ki üç parça kefen bezidir fistan sandıkları. Nine Hatun toprağa aktı. Derler ki; o köyden haber alınamadı bir daha. Derler ki; aşkın sadrını delmişler, sırrını eşmişler. Allah sırrını saklamış.

Derler ki; Âdem Havva’yı çok sevdi diye sürgün oldu cennetten. Derler ki; hiçbir evliya, enbiya gelmemiştir ki Allah’tan çok sevsin de yitirmesin sevdiğini. Allah elest bezminde gösterdi güzelliğini. O günden sonra ruhlar o güzelliği aradı, aradı, aradı… Ne zaman ki buldum dedi, ya zelzele oldu gören göz kalmadı, ya da destan oldu duymayan kalmadı. Kays haddini aşaydı, ne Leyla kalırdı, ne çöl. Ferhat sınırı geçeydi ne Şirin kalırdı ne dağ. Aşk ki; aranacak olandı, âdemoğlu ne zaman ki buldum sandı, yanıldı.

Yedi bağbozumu yedi düvele ders oldu. Ne mecnun geldi bir daha, ne civan. Ne de güzelim demeye dili vardı güzellerin. Güzellik ki; Yusuf’la bilindi, son peygamberle okundu. O ki; Allah “Kendimden bir nur yarattım” buyurdu. O’nu gören buyurdular ki; “Yusuf’u görmedim; ama Yusuf’u görüp ellerini doğrayanlar, O’nu görse yüreklerini doğrardı

İbrahim Halil Aslan

 

 

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir