Aynaları küstürdüm bunda senin suçun yok. Uykuma trenler girdiğinden beri kendimi huzursuz bir karınca gibi hissediyorum. Bu yüzden sündüm, sürgülü kapıların tüm gıcırtıları beynimde yankılanıyor.
Büyük aynalar. Kocaman, devasa aynalar. Aynalara peşinen saldırdım. Peşinen gülümsedim. Kendime uzak bir iklimi ben seçmedim, ellerimi bağlayan tüm urganları yağlayıp boynuma götürmedim, isyansa isyan dedim oysaki menekşeler kuruyordu. Bu kelimelerden birine bağlaçlar adamalıydım. Evet bağlaçlar. Bağlaçlar aklımdaki tüm yargıları, nesneleri, özneleri bağlayabilir miydi ki? Ben tercihimi senden yana kullandım. Sen dedim, bağlandım. Sen deyince dünya bayındır bir hale geldi. Kendime senden şarkılar, senden limanlar, senden gökler edindim. Sen dedim, üzerime örttüm. Gece gibiydin tüm çığlıklarımı sakladığımı duymadın bile, sen dedim çığlıklarım baharı bekleyen karlı yanım eridi. O zaman cinnet mustatillerini kendimde çarpacağım. İsterse vagonsuz trenler girsin rüyama.
Yolların girişinden sesleniyorum ki çıkışında sesim bana gelsin. Kendimi güldürecek yanıtlara girişecek sorular bekletiyorum. Aynanın sırrı kendinde değil karşısındakinde. Aynanın bu sırrına ifşa edilmiş mutlulukları biliriz. Gördüğümüz budur. Aya çıkarak bunu söyler, bunu dillendiririz. Sek sek oynayan çocuklar gelir aklımıza. Aklımıza gelir de öylece orada dururlar. Kovarız lâkin bizim de onlarla çocuklaşan bir yaramız var.
Geçer gideriz kendinden küskünüz. Esamisi bile anılmazken dilimizden teslimiyet ayrılmaz. Ayrılmaz bir parçasıdır gökte yıldız ile yerde hüzün. Kalbimizde nişanlıdır ikisi de. Kendimiz söyler, kendimiz dinleriz. Ayrık otları bürümüş yanımıza, yan diye katık ederiz sözleri. Şimdi sokağın bir parçasıyız. Ellerimizdeki haritaları yaktılar, şehrin kirlerine bulandık. Kendimize yürüyorduk aynalar yolumuzu kesti.
Büründük, kıyamettir diye geceye. Üzerimizde hatırası olan tüm şeylerin içimizden geçen bir yanı var. Trenler görüşümüz, gidişimizi belli etmek için olabilirdi. Beklenene varmak için hareketleniyorken kalan yanlarımızı toplamak için günlere ihtiyacımız vardı. Gün gelecekte, gelecek günün hadisesini yamamaktaydı. İsmimize günler ekleyerek büyük bir yangının etrafında hayatımızı dinleyerek büyüdük. İçimizi ısıtan yangının dışımıza etkisi ancak esrimiş gökte belirir.
Şiir diyoruz yeniden diğer yanımız kafiye oluyor. Şiir derken etrafa renkler düşüyor. Bu renkler hangi yanımıza değmişse o yanımız ağrıyor. Sözcükleri taşıyıp taşıyıp tasfiye ediyoruz hayatın kirini. Pencerelerimizden, kapılarımızdan, sokaklarımızdan geçiyor tüm raptiye sesleriyle. Şiir diyorsak bunu yeni bir şeyi dillendirir gibi söylüyoruz. Aynalara tutarak söylüyoruz, mumlar yakarak söylüyoruz. Mumun aynadaki yansıması gibi bir şeydir çünkü şiir. Bunu çok fazla deşmiyoruz.
Trenler aynalardan geçerse hem aynalar kırılır bu çok sahici olmaz. Bunu abartmadan söylemek gerek. Tren diyorum, anlıyor musun? Rüyamdaki tüm kompartımanları kopartıyorum tek tek, elimde kala kala aynaya geçmiş girift bir bulmaca kalıyor. Sen oluyorsun ben, aynalardan geçen trenlere inanıyorum. Bu inancımı bağlaçlarla bağlıyorum, içime uzun bir cümle kaçıyor. Bu cümleyle içim Akdeniz iklimi gibi oluyor. Yazları sıcağım, kışları ılık ve yağışlı…
Bilal Can
1 Yorum