Son zamanlarda içerik ve konsept bakımından bir değişim sürecine giren sinema endüstrisinde, bazı türler can çekişmeye başladı. Seyircinin artık abartılı hikâyeler ve sahnelerden ziyade, daha gerçekçi, daha oturaklı ve daha orijinal konusu olan filmlere rağbet göstermesi ise bu değişimin sebeplerinin başında geliyor. Bu türlerden birisi olan ve son zamanlarda sayısı gittikçe azalan aksiyon filmleri arasına bir yenisi daha eklendi. Fakat son zamanlardaki aksiyon filmlerinin, sayısıyla birlikte kalitelerinin de azaldığı su götürmez bir gerçek.
Robert De Niro gibi bir ustanın yanında Jason Statham ve Clive Owen ikilisinin başrollerini paylaştığı, yönetmenliğini Gary Mckendry’nin üstlendiği “The Killer Elite” filmi 23 Eylül’de ülkemizde vizyona girdi. Oyuncu kadrosuna bakıldığında bir aksiyon filmi adına her şeyin tam olduğunu düşündürüyor. Ayrıca gerçek bir hikâyenin konu edinilmesi de, filmden beklentileri bir hayli arttırıyor. Fakat Paranormal Activity3 filminin ilk haftasında 52,568,183$hasılat yaptığı şu günlerde, The Killer Elite filminin ilk haftasında 9,300,000$ hasılat yapması da filmin, beklentilerin çok altında kaldığının bir ispatı olsa gerek. (Kahrolsun kapitalizm.) Peki oyuncu kadrosu ve bütçesi bu kadar güçlü olan bir film neden böylesine bir sonuç aldı? Sanırım bunda en büyük pay sahibi, daha önceden sadece “Everything In This Country Must” adlı kısa filmin yönetmenliğini yapmış olan Gary Mckendry. Yönetmen, ilk uzun metrajlı filmi olan The Killer Elite’de tabiri caizse acemiliğinin kurbanı olmuş. Ayrıca gerçek bir hikâyeden uyarlanan filme, yönetmenin kendi karakterini yansıtamaması ise tüm bu olumsuzlukların üstüne tuz biber olmuş.
Filmin konusundan bahsedecek olursak, eski bir İngiliz Gizli Servisi ajanı olan ve emekliye ayrılan Danny (Jason Statham), kendisini yetiştiren Hunter (Robert De Niro) zor durumda kalınca, eski hayatına geri dönmek zorunda kalmıştır. Hunter’ı içinde bulunduğu durumdan çıkarabilecek tek kişi olan Danny, bu son işinde bir ayrıntıyı gözden kaçırır. Bu sefer, karşısında en az kendisi kadar yetenekli, eski bir ajan olan Spike (Clive Owen) vardır. Danny bu işin peşindeyken sevgilisi Anne (Yvonne Strahovski)’in hayatının tehlikeye girmesi ise zaten durumu yeterince zor olan Danny’in işini daha da zorlaştırmaktadır.
Yüzbeş dakikalık filmde, seyircinin sürekli filmin patlama vaktinin gelmesini beklemesi ve bu vaktin bir türlü gelmeyip, üstüne de filmin klasik mutlu sonla bitmesi seyircinin tatmin olmaması için yeterli sebepler. Ayrıca, özellikle önceki filmlerindeki başarılı aksiyon sahneleriyle hatırlanan Jason Statham’ın, potansiyel performansının bir hayli altında kalması da filmin beğenilmemesinin diğer bir sebebi. Yönetmen Gary Mckendry’nin bu denli kaliteli bir kadroyla çalışıp, bu kadroyu hak ettiği şekilde değerlendirememesinin üstüne, sinemaseverlerin “aksiyon film yönetmeni artık yetişmiyor mu?” sorusunu sormaması işten değil. Umarım bundan sonraki filmlerinde yönetmen Gary Mckendry, kendi üslubunu ve sinema karakterini oluşturarak başarılı yönetmenler arasına ismini yazdırabilir.
Filmi birinci kez izlemek keyfi, ikinci kez izlemek vakit kaybı olur. İzlemeyi düşünen sinemaseverlerin, bu filmi izlemek yerine daha önceden izleyip de beğendikleri başka bir aksiyon filmini izlemelerinin daha keyifli olacağını düşünmekteyim.
Edebifikir