Karadeniz Yaylalarında Bir Sosyalizm Denemesi yahut Sonbahar Filmi

Özcan Alper’in senaryosunu yazıp yönetmenliğini üstlendiği; Onur Saylak, Serkan Keskin, Megi Kobaladzade, Raife Yenigül gibi oyuncuların rol aldığı Sonbahar (2008) filmi, Türkiye’de adından söz ettirmeyi başaran politik filmdir. 19 Aralık 2000 tarihinde gerçekleştirilen “Hayata Dönüş Operasyonu” sonrasında, sağlık sorunları nedeniyle tahliye edilen Yusuf’un (Onur Saylak) kalan ömrünü memleketi Artvin’e dönerek geçirmesini ve burada arkadaşı Mikail (Serkan Keskin) ile birlikte gittiği bir mekânda Gürcü kızı Eka (Megi Kobaladzade) ile karşılaşmasını konu edinen film, bireysel ve politik direniş unsurlarını bir araya getirmeye çalışan bir yapıt. Gelenekselleşmiş politik filmlerin aksine (Örneğin; Arkadaş – 1974, Yol – 1981, Duvar – 1983, Güneşe Yolculuk – 1999, Bu Son Olsun – 2012 vb.), sinemaya uygun yeni-politik bir dil geliştirmiş, toplumsalın yanı sıra bireylerin öykülerini de propagandaya mahal vermeyen bir dil ile seyirciye aktarmış. Sonbahar’ın konusu, devletin kendi elleriyle ya da baskı ve ideolojik aygıtlarının eliyle ayıklamaya çalıştığı, Yusuf ve Eka karakterleri başta olmak üzere, ayrık otlarının hayatlarıdır.

Film, 22.12.2000 tarihinde devlet kamerasıyla çekilen sahneyle, mahkûmların açlık grevi sırasında kendilerine seslenen soğuk bir ses ile başlar: “İnsan hayatı en değerli varlıktır” … “Her şeye rağmen yaşamak güzeldir.” Fakat bu anonsu dinlerken mahkûmların gördüğü muameleler de kadraja sığar ve devlet, ironisini bizlere kısa bir tirat eşliğinde sergiler. Yusuf, 90’lı yılların karmaşasında dönemin iktidarı eliyle devletin karanlık ve soğuk yüzüyle tanışmış ve öğrenci hareketlerine katılmıştır. Çarptırıldığı 11 yıllık cezası sebebiyle mahpushaneye gönderilen Yusuf, burada açlık grevine katılmış ve böbreklerini kaybetmiştir. Doktor kontrolü sonrasında, ömrümün kalan günlerinin sayılı olması sebebiyle Yusuf tahliye edilir. Böylece memleketi Artvin’e geri döner. Annesi, sanki oğlu her daim yaşayacakmış gibi onun mürüvvetini görmek, mutlu olmasını, rahat etmesini sağlamak için çabalar.

Yusuf, evin içinde duramaz. Hava soğuk olmasına rağmen uyumak için bile kendi odası yerine evin önündeki sediri tercih eder ve açık havada uyur. Çünkü kapalı ortamlar, ona cezaevi günlerini, hücrede geçirdiği sıkışıklığın vermiş olduğu hissiyatı hatırlatarak nefessiz bırakır. Nitekim film boyunca cezaevinde F Tipi hücrelere ve Hayata Dönüş Operasyonu’na ait görüntüler ve seslerle Yusuf’un kâbusları izleyiciye de gösterilir.

Yusuf, bir “öteki” olarak kalan ömrünü nasıl geçireceğinin bilinmezliğiyle yaşarken bir başka “öteki” karakter olan Eka ile tanışır. SSCB’nin dağılmasıyla Rusya’da artan işsizlik ve fakirlikten nasibini almış olan Eka bir Gürcü kızıdır. Çalışmak için Artvin’e gelmiş ve konsomatrislik yapmaktadır. Bakmakla mükellef olduğu bir annesi ve çocuğu vardır. Yusuf’la bir kitapçıda rastlaşırlar, daha sonra meyhanede. Ancak Eka’nın, Türkiye’de kalmak için gerekli olan vizesinin süresi bitmek üzere olup Gürcistan’a geri dönmek zorundadır. SSCB’nin dağılmasından sonra gelen modern anlayış Eka’yı da bahçenin içerisinden ayırmış ve kendi kaderine bırakmıştır: “Rus romanların çıkmış gibisin…” 

Sonbahar’ı diğer filmlerden ayıran özelliklerden biri, filmdeki diyaloglardan çok sessizliğin ön plana çıkması. Ölümü bekleyen bir sessizlik var, hiçbir şey yapamamanın getirmiş olduğu bir sessizlik ki, filmdeki gizli başrol oyuncusu gibidir. Bu sessizliğe çoğu zaman Karadeniz yaylalarının muazzam görüntüsü eşlik eder bazense bir iskeleyi neredeyse yok edecek şiddette hırçın dalgalar. Yayla ve iskele imgeleri Yusuf’un ruh halini anlatan en iyi mekânlardır. Yaylayı, hücredeki boğucu havanın karşısına koyar, intikamını almaya çalışır, yeniden özgürlüğün anlam bulduğu yer olarak görmek ister. İskeleyi ise sinirini, hırçınlığını belirtmek için kullanır; devletin soğuk yüzüne olan siniri, devrim adı altında heba ettiği yılların siniri, Eka ile geç tanışmanın siniri… Ayrıca iskele ve hırçınlaşan deniz sahneleriyle Yusuf’un ölümünün yaklaştığını ve depresyonunun arttığını anlarız. Bu anlara eklenen saat sesi efekti de saniye saniye ölüme yaklaştırır bizi. Yusuf’un ruhunu daraltan, sıkışmışlık hissini çoğaltan durumlardan biri de mahallelisidir. Kasabadakiler için o bir “anarşik”tir; neyi, niçin yaşadığını, ne uğruna mücadele verdiğini yahut ne için bedel ödediğini, geçirdiği travmayı ve hayâl kırıklığını bilmezler, bu da Yusuf’u “bunun için mi uğraştım yıllarca” düşüncesine sürükler. Ciğerleri giderek kötüleşen Yusuf’u iyice nefessiz bırakır bu kayıtsızlık. Mikail’in arabasını alıp kaçması ve uçurumda avazı çıktığı kadar bağırması da bundandır.

Sonbahar, gerçek bir hayat hikâyesinden ilhamla çekilen politik bir film. 90’lar Türkiye’sinin gerçeklerini, ücraya atılıvermiş, acılar çekmiş, bedel ödemiş hayatlarını sert bir konuyla ve yerinde imgelerle aktaran bir film. Yusuf’un cezaevi günlerinin gerçek görüntülerle verilmesi ise filme belgesel niteliği de kazandırıyor. Kurmaca ile belgesel arasında bir köprü kuran sahneler, filmin sinematik akışını bozuyor gibi görünse de yaşanmış bir olaydan yola çıktığını izleyiciye hatırlatıyor.

Film, soğuk ve ruhsuz bir sesle, iktidarın ezici ve yıkıcı sesiyle; teslimiyet isteyen bir ses tonuyla başlar. Ve yine bir sesle biter film; tiz ve acıklı bir ağıtla. Ağıt, ses ile sessizlik arasında konumlandırılır. Sıralı sözcükler diziliminden farklıdır; bastırılan, yok edilmek istenen, ötekileştirilen acıların dışavurumudur. Çünkü yas tutmazsak, hatırlamazsak ve hatırlatmazsak iyileşemeyiz.

Sonbahar, ötekileştirilmiş iki insanın hikâyesini anlatır. Yusuf’un, devrim için harcadığı yaşamının son günlerini gösterir. Bu son günlerde, kimi zaman gözlerinde pişmanlık görürüz kimi zaman da umut… Yaşamının sona ermek üzere oluşunun hüznü içinde kalmış bir adamın bakışlarını ilk andan son sekansa kadar hissederiz.

Özcan Alper, yakın tarihimizi 25. karenin gücüyle bizlere farklı bir seyirle aktarıyor. Kendi türündeki filmlerden farklı olarak yeni bir dil geliştirmiş bir yönetmen. Bu eseri, yeni-politik sanat filmi nazarıyla değerlendirebiliriz. Filmdeki imgeler, 90’lı yılların siyaseti ve toplumdaki karşılığı, sadece ülkemizle sınırlı olmayıp çevre ülkelerin de sorunlarını barındıran birçok unsurların bulunduğu Sonbahar filmi, farklı gözlerle okunması gereken bir eser.

Adem Suvağcı

 

 

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir