ebu umeyr’in kuşuna sordum
enes bin mâlik’in
büyük sırrı neydi:
– sırlandı nugâyir, kanatları sırra değdi
annesine sordum:
– elimi bıraktı, sahibine gitti
annesinin gözleri
bir sırra atılan kuyu sanki
korktum musa’dan
soramadım
biliyorum musa’ya söyledi
çözülüverdi çünkü dili
dağın yamacında harun
kilim gibi serildi
öyle fakirdi ki isa
bir maşrapası bir iğnesi
sırrı deliğinden geçirdi
ömer olmaz
ömer, sızlayan kemiğin hayaleti
sır koleksiyonu var ali’nin
hayber’in kapısı gibi
sahile vuran cesetlere sordum
imana ve ikrara dair
gördünüz mü talkın vereni
o gassalın, çocukluğuna verdi
soğuk hava deposu gibi kalbi
bir beis görmüyorum
kitabın kulağını bükmekte
açar bir gün okurum
unutursam hatırlatır
enes bin mâlik’in
büyük sırrı neydi
nasıl fışkırıyor topraktan
darağacının filizlendiği bahçede
eserleriyle yaşama fikri
ben de istemiştim
bir kez olsun öleyim
merhaba dostum, ölüm diyeyim
birinci kat semadan
bahadır ben
sahile vuran cesetlerin
kullandığı merdiven
varsa elinizde verin
delil topluyorum
tanrı’nın varlığına dair
incirin çekirdeğinden
işte benim gömleğim, ütülü
baba dedim yakub’a -adem’e söyleme-
kaburgasında uyudum
enes bin mâlik’in
kovulurken cennetten
güneş
dizlerini karnına çekerken
enes bin mâlik hazretleri
büyük sırrını söyledi
yere düşerken bir kar tanesi
bırakıyormuş, annesinin elini
Bahadır Dadak
15 Yorum