yaşamaktan bütün korkanlara, hissediş deliliğinden bir nâr…
bu gece tüm sessizliğiyle gözümden akıyor
ömrümün bütün uykularını uyumuşum gibi
sorular ham bir ağızdan çıkmaya hiç utanmıyor
nar benim şeyhim olabilir mi sevgilim
yandıkça damla damla birliğe döküldüğüm
oysa hep bir şey söylemek çıkıyordu ağzından
tutsam sıksam bütün kelimeleri şenlikli bir düğüm
hummalı yangınıyla sarsılıyor kalbim
rüyada itiraf, bir vakıa, hiçbir şey söylemiyordun
senden başka cenazemde kime seslenebilirdim
soruyor ama susuyordun
yaşıyorsam ve dünya cezbediyorsa hala beni
her şey yazgılıysa gitmelere ve bitmelere
ikindi güneşinin tenimi ısıttığındandır
korktum şems’in sevmemesinden rumi’yi
nefesimi yutarak o uykumdan uyandığımda
ez hâb çû berhîzem evvel to be yâd âyi
son hatırladığım sen değil kendim
sevmeni’nin yer değiştirdi bütün beyti
herkes gitti en son tasavvuf geldi sevdiğim
önce hep seni, sonra incitmeyi ve incinmeyi
getirdim bütün soğuk duvarlı erbainlere
hiç duymadın ama hissettiğim
nar benim şeyhim olamazmış sevgilim
bilemedim
bak aklım dolaşıyor bugünün içinde
askılı yalnızlığımla utandırıyorum bu çağın soytarılarını
derdhâ dâdî ve dermânî henüz
budayıcılar elimi eteğini çekmiş bahçelerimizden
taştan bir telaş zindanında kavruluyoruz
sen babil kulesini hatırlamıştın bense asma bahçelerini
o el kimin işaretiyse devirmişti bütün ağaçları kökünden
bir çöldeydik koştukça adımlarımız yavaşlıyordu
gördüğüm bütün rüyaları anlatabilsem diye iç çekiyordum
kuyular üstümüze devriliyordu sevdiğim
hafız’ın mezarında iki kuru beyaz çiçek
ben yaşamaktan ilk defa utanmıyordum
sen son isminden utanırken hiç yaşamıyordun
osmaaan
diye bağırdı kuyudan bir büyü
hani bilmem duydun mu
kafeslediğin o güvercin alıp götürdü
benim de nakışlı gerdanlığım kayboldu
osmaaan
nahif ama azılı bir düşman
üç kere a üçü kötü dört kere halife
mezhep bozuculuğum dağıttı sürüyü
oysa ben bu kavgalara hiç girmedim
dünya elest’ten beri darma duman
ruhumun bedenimi bulmadığı yeri özledim
özlem, ardımda bıraktığım selamdı bir sefile
allah’ı ve aşkı beklemeye, kendimi kavuşmalara ayırdım
kulede bizi birbirimize emanet eden ihtiyar adam
koşarak kaçtığında susmalıydım
genç kızlığım sırlarına hiç uzanmasaydı
öyle ya
sayısız kavgalarınla sen bende hiç var olmadın
söylediklerin benden çok suya aitti
ve ben kum tepeleri yer değiştirirken
savaşın yeni başladığını anlamalıydım
nasıl olduğumu soruyor şimdi dostlarım
şaşakalmış ömrümde ölüm hep kalbimde
keder yarım, sevinç yarım, hayat yarım
kırık yalanlar bir hissediş bile değildiyse
nasıl bir hatıran kalmış olabilir bende
geçmiş zamanın hikayesinden başka
yusuf nehrin kendisiymiş, kavuşmak gurbeti şivekâr’ın
karşılaşmalar, mezarlıkta büyüyen meyve ağaçlarım
sevdiğim, sevgilim… sakladığın, vardığın…
kelimenin emanetini taşıyabilen omuzlarımda
bunlar başkaya değil, bir sesleniş kendi varlığıma
söylenen sözlerin yükünü tozlu evine bırakıyor
şimdi kahire sokaklarında cesur ama yalnız bir kadın
insan zaten çift kişilik nasıl bakabilirdi aşka
her şeyi affedebilirdim
başkasına ait gözlerinin bana okuduğu mavalla
titrek, ürkek ve yara dolu bir şiir gibi kaldı adın
Nazlı Nesibe Kılıçoğlu
2 Yorum