Gölge Etme Başka İhsan İstemem

İnsanoğlu; nefsinin istek ve arzularına gem vurmadığında sonu bitmek bilmeyen ihtiyaçların pençesinde kıvranır. Bir şeye sahip olma güdüsü kontrol altına alınmadığında, mutsuzluk yüz gösterir. Belki de bu yüzden tarihte bazı filozoflar asıl mutluluğun özgürlük, özgürlüğün ise mümkün olan en az şeyle yetinmek olduğunu söyler.

Maddeye sahip olma iştiyakıyla yanmak bir aşamadan sonra maddenin sahip olduğu bir insana dönüşmeye yol açar. Peki, böylesine tehlikeli bir duruma düşmemek için ne yapmak gerekir? Kazandıkça kazanma arzusunu derinleştiren ve bunu hırs boyutuna taşıyan sahiplik güdüsü nasıl önlenir? Gerçek erdemin kitap sayfalarının arasında kaybolduğu bir yüzyılda, çok şeye sahip olmanın değil erdemin ve değerlerin insanı insan yaptığını yeniden nasıl keşfedeceğiz?

Sinoplu filozof Diyojen, mutluluğun ve gerçek erdemin, kaybettiğinde üzülecek hiçbir şeye sahip olmamaktan geçtiğine inanıyordu. O nedenle de bir şeye sahip olduğunda ya da onu kaybettiğinde modern zamanların insanı gibi üzülmüyordu. Milattan önce 412 yılında doğan Diyojen, darphane müdürü bir babanın oğluydu. Bir rivayete göre babası sahte para bastığı için Atina’ya sürülmüş ve bu işte suç ortağı olan oğlu da onunla birlikte sürgüne gönderilmişti. Hayatı boyunca bu hatasının pişmanlığını yaşayan Diyojen, Kinik okulunun felsefesiyle tanışınca dünyaya bakış açısı değişti. Hayatını idame ettirecek aslî gereçler dışında hiçbir şeye sahip olmamayı ilke edinen birisi oldu.

Atina’da tanıştığı Antisenes, Sokrates’in öğrencisidir ve kurduğu okulun adı olan Kinik sözcüğü Yunancada “en utanmaz hayvan” olarak kabul edilen köpek anlamına gelen “kiyon”dan gelmektedir. Atina’da Kinik okulu mensuplarına “köpeksi” ya da “köpeğimsi” deniliyordu. Bu sözcük aşağılama ifadesi olarak kullanılıyordu. Bu aşağılamanın nedeni ise Kinik mensuplarının bir köpek gibi sokaklarda yaşamalarıydı.

Okulun kurucusu olan Antisenes, kendisine bağlı tüm Kinikler gibi yıpranmış hatta parçalanmış bir harmani ile gezer ve lüks yaşamdan nefret ederdi. Kendisine lüksü övenlere de “Düşmanlarımın çocukları lüks içinde olsun.” derdi. Antisenes, sadece erdemli insanların soylu olduğunu, mutlu olmak için ise erdemin tek başına yeterli olacağını iddia ederdi.

Sinoplu Diyojen’in hocası olan Antisenes, diğer insanların değer verdiği her şeyi reddeder, Atina sokaklarında dilenir, eskimiş, parçalanmış elbiseler giyer ve neredeyse hiçbir şeyin sahibi olmadan yaşardı. İlkelerine bağlılığını gördüğü Antisenes’ten etkilenen Diyojen, Kinik felsefesine bağlanmak istese de hocası ilk başlarda onu kabul etmez.

Kinik okuluna bağlanmak için her şeyden vazgeçen Diyojen, bu sabrının sonunda Antisenes tarafından kabul edilir. O günden sonra bir Kinik olarak yaşayan filozof, tüm mal ve mülk sahipliğini reddetmiş babasından kalan mirası da elinin tersiyle itmiştir. Artık o da bir Kinik olmuş ve Atina sokaklarında bir fıçı içinde, hiçbir şeye sahip olmadan yaşamaya başlamıştır.

Diyojen için tek gerçek yaşam erdemli yaşamdır. Erdemli yaşam ise dünya nimetlerinden mümkün olduğu kadar el çekmek ile mümkündür. Erdemli yaşam için gerekli olan en önemli şey ise özgürlüktür. Özgürlükse ancak bağımsız bir yaşamla mümkün olur. Bağımsız yaşamı mümkün kılan şeyin ne olduğunu soran Diyojen, bunun sadece insanı bu dünyaya bağlayan mal, mülk ve hırslardan kurtulmakla mümkün olacağı cevabına varır.

Sinoplu Diyojen’in, “Gölge etme, başka ihsan istemem!” sözü, işte bu bakış açısı ile söylenmiş bir sözdür. Ancak bu sözü önemli kılan bir başka özellik de, Makedonya Kralı Büyük İskender’e söylenmiş olmasıdır.

Makedonya Kralı Filip ölünce tahta oğlu İskender geçer. İskender’in kral olmasıyla birlikte tüm ünlü simalar, düşünürler yeni kralı kutlama yarışına girer. Fakat Diyojen bu kutlama yarışlarına katılmaz ve içinde yaşadığı fıçısında halinden memnun olarak güneşlenmeye devam eder. Büyük İskender, kendisini kutlamaya gelmeyen bu sıra dışı filozofu merak eder ve yanına gider. Umursamaz bir tavırla fıçı içerisinde yatan Diyojen’e, “Bir isteğin var mı?” diye sorar. İşte bu soru karşısında Sinoplu Diyojen umursamaz bir tavırla tarihe geçecek o cevabı verir: “Gölge etme, başka ihsan istemem!”

Savunduğu değerler ve gündelik yaşamı arasında hiçbir tezat bulunmayan Diyojen’den etkilenen Büyük İskender’in “Eğer Büyük İskender olmasaydım Diyojen olmak isterdim.” dediği rivayet edilir.

Diyojen, su içmek için gittiği bir çeşme başında küçük bir çocuk görür. Avucunu açarak su içen çocuğa bakan Diyojen elindeki tası atar ve sade yaşantıda bir çocuğun kendisini geçtiği söyleyerek “Ne çok şeye sahipmişim!” der. Büyük İskender’in, ülkesini mamur edip güzelleştirmek isteyip istemediğini sorduğunda krala “Neden? Bir başka İskender gelip harap etsin diye mi?” cevabını verir.

Yazın sıcak kumlarda yuvarlanan, kışın ise buz gibi heykelleri kucaklayan bu sıra dışı filozof, böyle yaparak nefsinin rahata alışması engeller. İnsanlara, istekleri ve ihtiyaçları arasındaki uçurumu göstermek için uğraşan Diyojen, Atina sokaklarında gezerken kalabalıklara peşinden koştukları şeylerin çoğunlukla ihtiyaçlar değil istekler olduğunu haykırır.

Hiç kimseden yardım kabul etmeyen, erdemli bir yaşam için özgür olmayı ilke edinen Diyojen, özgürlüğün arzu ve korkulardan kurtulmakla elde edileceğine inanıyordu. Ona göre bir kişi ancak şöhreti ve serveti reddederek ve daha az tüketerek, daha az mal ve mülk edinerek özgür olabilir, erdemli bir hayat sürebilir.

Diyojen’in neredeyse iki bin beş yüz yıl önce ortaya koyduğu bu düşünceler, bugünkü modern hayatın insan ruhunu mengenelerle sıkıştırdığı açmazların kilidini kırabilecek güçtedir. İhtiyaçlarının sonsuz olduğunu iddia ederek arzu icat eden sonra da o arzuları insana ihtiyaç olarak dayatan kapitalist anlayış ile arzu ve tutkularının peşinden koşanların en değersiz insanlar olduğunu söyleyen Diyojen arasında bir seçim yapmanın belki de vakti geldi. Modern çağın hastalığı olan “hız” ve “haz” illüzyonunun kimyamızı bozmasını reddederek kendimize şu soruyu sormalıyız: Acaba günümüzde kaç kişi “Gölge etme başka ihsan istemem!” sözünü Diyojen’in söylediği bağlamda kullanıyor ve ona uygun bir hayat yaşıyor?

Davut Bayraklı

 

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir