beni bir dağlı kalbi gibi ıslak parmaklarım
yontulmuş mermerler üzerinden geçiren serinlik
yüzü eskimiş güzellik feraha kaç asır kaldı
yorgunum
uzun yürüyüşlerle eskir yollar
güne kendi gerçeğini ayırtarak kalkıyor bedenim
kasvetli zaman perdelerle oynaşan karanlık
izin bırakıldığı yatak ruhu taşımaz
gölge duvar izim duvar sırra kaç adım var
yorgunum
ben gölgemle savaşımın ertesiyim
esmer cüzler bırakır çünkü öznem
yumruğumun izi durur sayıklamalarında benim
dağlı heveslerim iplik incesi geçer
bağlı durgunluğum saçlarımı yolar
magmam çatladı sesin izi yok
yankılanıyor ezberimde
bu netame bu yorgunluk
her mevsimde mevziler yitiren gurur
iç savaşında şiir için kaç acı karılır
bunu söyle
bir bağ bozumu daha aktardım ellerime
nefesi dağ kokan ömür ihtiyarının
zorluyor kıvranışımda bu çağıltısı
geçkin yaşım karışlanmış alnım
perdeyi indirdim güneş serin şimdi ve de gam
konuşma hevesini yitirmiş dudaklarım
ağırım
bu paratoner bu çevgen ısırılmış elma
yalnızlığın hem hangi cümlede durgun
aklımda kalan intikam bu olmalıydı
bilmeliydim o zaman bu ağrının
hangi günah olduğunu
boğum boğum akrep saklar kıpırdanışında
bana çınlayan beni yoran yıkan vuran ansızın
ansızın kendine çeken
dağlanmış zincirlerle bağlandı ellerim
tuhaf şeylerin cesaretini taşıyor saçlarım
halen biraz nagazaki biraz ortadoğuyum
ağzının lirik sessizliği gövdenin ağırlığı
seni sıkan bu kalkan bu zırh
beni vazgeçirmeyen dağlı hevesim
iplik incesi sıyrılır tenim bu sırra
bu uzak yangına bu kalbe düşen ağrıya
Bilal Can