Gemikaya

Nuh, gemisini yaşlı kısraklar gibi çöle bıraktığında tenhaydı dünya
bu toprak, bu gökyüzü kurulmadan tenhaydı dünya
ashabın keyfini kaçırmıştı yedi uyurlar düşte mahsur kalmıştı.
küller iştahla yuttu bozkırı, güneş mağarasına çekildi.
bir sürü âşık kırık kalbini kayalara kazıyor.
putperestler geçiyor alınları secde görmemiş ölü bedenleriyle
putperestler geçiyor cüzdanlarında tanrılarını pışpışlayarak
deri değiştirir gibi inkar edebilirdi alamut’lu olma ihtimallerini,
korkularını, inkar edebilirdi, yaşamaktan utanma ihtimallerini,
mürekkep kokusu sürünerek,
korkularını rüzgara bırakma ihtimallerini.
salâ sesiyle uyandım

dalgın fener alayı çanlarla çengilerle çocuklarını kurban ederek geçiyor
tabletlerden silinen simya
rivayet olundu put olmaktan başka işi kalmamıştı yontulan tanrıların.

bavuluma yaşamaktan yorulan bir kızın yalnızlığını koymuştum
gecenin parmak ucunda sürdüğü tabletlerin sabaha çıkma ihtimalini koymuştum
şaşkın mecaz her kim varsa
putların, baharatların, ipeklilerin çetelesini tutan
tozlu sokak aralarında tablet süren her kim kaldıysa

haymana’da sıska söğüdü kesmişler
köprünün altından aksın çamurdan ırmak, belki sen
suyla akan dalgınlığımız belki, belki de;
maktulün serin sabır güncesinde adımıza düşülen

gölgede suretini otayan ay kız eyitti:
-herslendim, mani dizdim, meraklandım ağladım,
dağlarda geyik bırakmadılar,
heç neyim kalmadı!

başı yere değende miadı dolmuş ölüsüne ağladı yeke kişi
geldik, kapına durduk pirim!
çıplak bedenimiz soğumadan karanlığı çektik üstümüze

can sıkıntısının şiiri payidar olmaz diyordunuz
kendi itimizi sürelim, sefamız sizde kalsın
beklesin bizi kefenleriyle tennureler
rüzgar falında yanlış kartı açıyorsunuz, kaybettik gölgemizi
uçmasın kimse kırık kanatlarıyla
sakar mumyaların çiftleşme mevsimi tezden geçer.

şiirimden çıktım eski bir dostu arıyorum
tozlu küçede çocuk sesleri, yar gelmeye söz olur
“adalet tanrıya aittir!.. adalet tanrıya aittir!..”
hiçbir anlamı kalmadı uzun uzun çalan telefonların

geceye sarktım, mumları söndürmelisin
sonsuz bakışı bekliyorum, mumları söndürmelisin

kırık kalpler otağında yorgun su perileri
camdan sarkan örümceğin korkusuyla yüzleşiyor
karmaşık monarşinin kalpağrısıyla yüzleşiyor
söze söze ekleyen muganni, naz eyleyen rakkase
bavulumda birkaç kirli gömlek,
satıraraları dolmuş kitap, kaybolan çocukluğumun güncesi,
gün ışığından korkan öteki şeyler

faytoncu tütün sarıyor dilucunda kekremsi, babil durdu
saatim bir sürü şeylerden geçiyor
bavulumu yol ayrımına bırakıyorum
iyi şeyler için zamanım kalmadı. akşamın söküğü koca bir dağ
terkim bozkırın dirliği, denizaşırı martıların uçtuğu,
çölün örttüğü, rüzgarın eşkalimizi süpürdüğü otağ

deli taylar üzengisiz kısraklar kanıma işleyen afyon.
bavulumda yedi uyur tabletleri, gemi leşleri.
putperestler geçiyor alınları secde görmemiş ölü bedenleriyle
putperestler geçiyor cüzdanlarında tanrılarını pışpışlayarak
tütünümde son dumana karışan hüzün, eksilen şeyler
aynamdakini sen sandım
yerime kimi koysam silinmiş tabletler, sefalet bildirgesi.

salâ sesiyle uyandım!

Yaşar Bedri

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir