Utancın dünyaya yağmamasını anladım
Hüznün ve uyarıcının üstüne konmamasını
Gördüm tabiatın kırılgan sessizliğini
Hira’nın yankısında unutulmuş duaları
Gördüm vaadin hatrına dökülen gülleri
Bahara inanmak için yetişmek isteyen nergisleri
Gazze’nin duvarlarına yazılmış bir şiir
Hatırlanması istenen efsanelerle dolu
Bebeklerin gül kokusu sinmiş dizelerine
Ve adam gibi adamların kanla yazılmış tutkusu
Bir soru bırakıyor sabahlara
Uyanmak için bir soru:
Ey insanlık, hangi kutsal metinde unuttun
yüreğinin atan ritmini?
Haklı çıkarmak istiyor tüm diller bir kahini,
Yeryüzü bozulacak nasılsa — şimdi bozulsun!
Asılmış kıyamet afişleri — asılsın
Cinnet ve ufkun köprüsü dolup taştı — taşsın
Her şey olup bitecek bir ufkun batımında
Bütün sözler bir sürgünle bitecek
İnsan böyle güzel susarsa
Utancın dünyaya yağmamasını anladım
Gözlerin ve kefaretin üstüne konmamasını
Dünya diyoruz bir atkı gibi boynumuzda
Boynumuz eğik ve ince, aldanmış ve gurursuz
Duymuyoruz ateşi ve rabbini
Hira dağının evlatlarının kılıç seslerini, duymuyoruz
Defterler büyütüyoruz kısılıp kalmış umutlar gibi
Kefiyeler taşıyoruz ayna gibi çantamızda
Bir resim değil bu;
Bir portre, bir gölge değil.
Bir şarkı başlayıp bitiyor dudaklarda
Bir nefes doğmadan
Musa doğmasın diye miydi her şey
Her şey musa’nın kalbindeki mavzer için mi?
Şimdi
Yaptığını beğendi mi dünya?
Ölümün daha merhametli olduğuna inandırmakla
Ey utancın sahibi
Sorma bize nedir yaşamanın karşılığı sevdada
Sorma başkaldırının, beyaz haberlerin, silahın yankısında
Dağıt içimizi utancın kılıcıyla
Yağ yeryüzüne, yağ göğe
Yağ kalplerin çatlaklarından
Hira’dan gazze’ye uzanan yolları yıkamak için
Yalnız sen sız, ey utancın renkleri;
Biz dağılmadan dönmüyor dünya
Gerçek vatanına.
Sinem Çağlancı
1 Yorum