21. YÜZYILIN BAŞLARINDA EĞİTİMİN RUHU
“Kitlelerin eğitim ve kültüre katılmalarına, standartları
idame ettirmeksizin önayak olmak, milyonlarca
insanı dolandırmak demektir.”
Frank Furedi
21. Yüzyılın Ruhu
21. yüzyılın düşünce ve duygu biçimi (zeitgeist) “postmodernizm” ile ifade edilir. Akademik dünyanın başat felsefe olarak benimsediği postmodernizm, hakikat diye bir şeyin olmadığını, “hakikat” denilen şeyin beyaz Avrupalı (WASP)’ın yıllar yılı başarıyla dayattığı “tasavvur”dan ibaret olduğunu iddia eder. Postmodernist anlayışa göre bir vakıanın diğer bir vakıadan daha değerli olduğu söylemi, seçkinci (elitist) bir söylemdir; zira tek bir hakikat yoktur ve münevverlerin (entelijensiyanın) hakikatin peşinden koşuyor olmaları modası geçmiş bir faaliyettir.
Nitekim, Tony Blair kabinesinin Eğitim ve Zanaatlar Bakanı (Secretary of State for Education and Skills) Charles Clarke (d. 1950); “eğitimin bir araç değil, kendi içinde başlı başına bir amaç” olduğu düşüncesinin “hayli şaibeli” olduğunu, İşçi Partisi hükümetinin “doğruyu arayan akademisyenler [1] şeklindeki Ortaçağ’dan kalma bir kavramı desteklemek” gibi bir düşüncesinin olmadığını söyleyebilmiştir.
Bir diğer İngiliz, psikiyatrist, doktor, yazar ve gazeteci Theodore Dalrymple (d. 1949) gelinen noktada, Batı kültürüne vesayet ettikleri sanılanların da güvenilirliklerini yitirdiklerine işaret eder: “Üniversite işletmecileri, müze ve sanat galerisi direktörleri ve ‘bilgi’ girişimcileri şeklinde ne düşüncelerin ne de kültürün muhteviyatını umursayan yeni bir tür ortaya çıktı; bu insanların yegâne meseleleri kültürü, onun muhteviyatı ile örtüşmeyen amaçlar için kullanabilmek.”
Bu işletmeciler, örneğin, edebiyatı “edebiyat için” değerlendirmez, “edebiyatın halkın ne işine yarayacağını/hangi sorununu çözeceğini” sorgularlar. Edebiyat, insanların daha kolay istihdam edilmelerini sağlayacak mıdır? Daha sağlıklı mı yapacaktır? Özgüvenlerini mi arttıracaktır? Aynı bağlamda, salt keyif için bir yabancı dil öğrenmek, mesela, şüphe uyandırır; mesela, Japonca öğrenimi, başarılı bir iş adamı olmak için katlanılan bir uğraş ise anlamlıdır.
1947, Budapeşte doğumlu, İngiliz vatandaşı Frank Furedi[2], Büyük Britanya ve Amerika Birleşik Devletleri’nde her fırsatta düzenlenen kültürel faaliyetlerin, kaçınılmaz bir biçimde belirgin ekonomik amaçlara hizmet ettiklerine dikkat çeker: “Kapitalizm ile postmodernizm hasım görüntüsü verirler ama bu bir yanılsamadır. İşin doğrusu, ikisi birlikte çalışmış, bilginin önceden saptanmış hedeflere varmayı mümkün kılan araçtan ibaret olduğu düşüncesini yerleştirmişlerdir.”
Gerçek şu ki önceki yıllarda maddi çıkarlar ile aydınlanma/terbiye arasındaki kadim ayrışma, münevverleri erdemler bağlamında toplumun diğer katmanlarından farklı bir statüde değerlendirirdi. Furedi, “Şimdi artık öyle değil,” diyor, “Zamane ‘sanatçıları’ Hollywood’da yaşarlar ve maddi çıkarların ötesinde kaygıları yoktur. Gezegenimizin hâkim sanat biçimi hâline gelen filmlerin hemen hepsi, mümkün olduğu kadar çok para kazanmak isteyen işletmecilerin halkın ne istediğini bildikleri inancı üzerinde yapılanır.”21
Furedi-Bourdieu-Said üçlüsü, kültürel seviyesizleşmenin nedeninin küresel kapitalizmden öte, 21. yüzyılda gelişen anti-elistist akımlar olduğunu saptarlar:
“Standartları idame ettirmeksizin, kitlelerin eğitim ve kültüre katılmalarına ön ayak olmak milyonlarca insanı dolandırmak demektir. Anlamı olmayan bilgi, halkın değil, uzmanların, disiplin taraftarlarının ve bilirkişilerin işine yarar.” Bu bağlamda, “asıl seçkinciler, anti-elitist halkçılardır.”
“İşin doğrusu, halklar adına konuştuklarını iddia edenler, aslında, kitleleri hor görmektedirler.” (Theodore Dalrymple).
“Halkçı belâgatlarına karşın, halkın sahici kültüründen hazzetmeyenler, kitleleri ülkenin esasa taalluk eden gündeminden uzak tutarlar. Ancak, sahici kültür, kamuoyunu hoş tutmak amacına yönelik bir takım politikaların ürünü değildir. Sahici kültür, kendi kendisini doğurur. Halkı dışlayan politikalar, kitlelerin beğenilerini şekillendirmeye, tek tipleştirmeye ve eninde sonunda kontrol etmeye yönelik girişimlerdir.” (Frank Furedi).
Avrupa çıkışlı olmakla birlikte, Amerika’nın derinlikli düşünürlerini de hayli sarsan bir tespit: “Cumhuriyetçi Parti başkan adayı Abraham Lincoln ve onun Demokrat rakibi Stephan Douglas (1858) on ikinci sınıftakilerin anlayabilecekleri seviyede tartışırlardı, George Bush ve Al Gore bu seviyeyi yedinci sınıfa indirdi.”
Kaynak: Eğitim Paradigmasına Yeni Bir Bakış, Alev Alatlı, Kapadoyka Üniversitesi Yayınları, 2024, Sayfa:24-27
[1] ISO raporunun tamamına Alev Hocamızın sayfasındaki aşağıdaki linkten ulaşılabilir. Alatlı, A. (2016). Eğitimde zihniyet değişikliği ihtiyacı. Alev Alatlı. https://www.alevalatli.com.tr/egitimde-zihniyet-degisikligi-ihtiyaci/
[2] 20 Frank Furedi, University of Kent’ten emekli sosyoloji profesörü; eğitim, korku sosyolojisi, terapi kültürü, bilgi sosyolojisi üzerine kitapları var. İkinci Dünya Savaşı sonrasının en yaratıcı ve en verimli araştırmacılarından olan ünlü Fransız sosyolog, antropolog ve felsefeci Pierre-Felix Bourdieu (1930-2002) ile 1935 Filistin doğumlu (ö. 2003) Columbia Üniversitesi profesörü, Amerikan Felsefe Cemiyeti üyesi Edward Said’in yakın dostu ve mesai arkadaşı. Said, ülkemizde Doğu’nun Batı tarafından (ve Batı’da) temsili konusunu dönemin ünlü şarkiyatçı yazarlarının metinlerini kaynak olarak kullanarak çözümlediği ve yorumladığı “Orientalism” (1978) isimli kitabı ile tanınır. Cemil Meriç’in “Sömürgeciliğin Keşif Kolu” üst başlığı ile yayınladığı temel eserinde Said, modernizm eşliğinde gelişen kapitalizm ve emperyalizmin, postmodernizme evrilişini anlatır.
EĞİTİM PARADİGMASINA YENİ BİR BAKIŞ kitabını PDF olarak buradan indirebilirsiniz.