1.
bu bilinmeyenden gelen bilinmeyen sesimle
yarını bekleyemem
bir çiçek açsın artık kalbin gök pergeliyle
bedeni olmayan umuda, kelimesi kalmamış pencereye
bir çiçek, yıldız takımını ikiye bölen
tuvalde silik silik boyanmış her şey
silinmiş kendinden
yurt olmuş bir mızrağa bir yara
bir soru; kuşlara, oyuğa ve kozalaklara
kendime karşı küskünlüğün en çöl yerinde
yanılgıdan yanılgıya bir renk açmaktadır
bir çivi üzerimde yontulan eski bir kuşatma
2.
bu bilinmeyenden gelen bilinmeyen sesim
yeri olmayanın yanıdır
yeri olmadan yaşayanın
bir serencama filizlensin diye bıraktığım çocukluktan
neye benzer başkalarına uymayan yanlarıyla sessizlik
neye benzer saflığın diliyle şimdinin ve geçmişin gözleri
hem bak kimse yok eski anlatımların ardında
güneşin ve suyun kelimeleri kimseler de yok
“kusur bağışlayacak göz yok bunlarda”
inançlı ve uzak bir çadıra bakan yanımda
boy atmakta dalgınlık bir klarnet sesiyle yan yana
3.
bu bilinmeyenden gelen bilinmeyen seste
sonrasız bir sürgüne benzedi fırça vuruşlar
ruhtan ruha güneyden güneye akan
bir karanfile onduran bir arzu takılmış tek tek
rüzgar aylak bir delile
kurdeleler karanlık tedirginliğe
toprağı toprakla karıştırdım, baktım yarın geçmiş
sesim çekilmiş sokaktan
kemirilmiş yapraklara uymaktadır
bahçemden bahçeme oyuncaklar ve bahar aldanmaktadır
kırmızı avuntu çiçeği gök pergelin ortasında
acılaştıkça vuruyor kendini dışarıya
Sinem Çağlancı