Merve Çakır’la Söyleşi: “Yazmaya gönül verince yerdeki taş bile insana hikâye yazdırabilir.”

Genç kuşağın kendine ait bir sesi olan öykücülerinden Merve Çakır’la kitapları ve yazarlık serüveni üzerine samimi bir sohbet gerçekleştirdik. (Sebahat Meraki)

***

Söyleşilerinizde kütüphanesi olan, bolca kitap okunan bir evde büyüdüğünüzden, bu sebeple kitaplarla yakın ilişki içerisinde olup okudukça yazmak istediğinizden bahsediyorsunuz. Bu noktada merak ettiğim şu: Çocukluğu kitaplarla geçmeyen Merve bugün yine yazar mıydı? Ya da yazmak için gerçekten de kitapların içerisinden çıkıp gelmek mi lazımdır yoksa yazmak aslında insanın içinde var olan, ne yolla olursa olsun ulaşacağı, kitaplardan ayrı bir dünya mıdır?

Kitaplarla büyümeseydim, okuma alışkanlığım olmasaydı nasıl biri olurdum, yazar mıydım yoksa kalem kâğıt görünce kaçar mıydım bilmiyorum. Soruyu okuyunca fark ettim ki üzerinde hiç düşünmediğim bir meseleymiş bu. Yazmanın her şeyden öte bir nasip işi olduğuna inandığım için insanın nasibinde varsa hangi şartlarda büyüdüğünün öneminin olmadığını düşünüyorum. Ancak bu, kitapların gereksiz olduğu anlamına gelmesin. Aksine yazmak için bol bol okumak gerekiyor. Kütüphanesi olan bir eve doğmak, okuma yazma öğrenir öğrenmez okumaya başlamak şart değil belki ama çok okumak şart. Üstelik yalnızca kitapları değil, kitapların yanında çevreyi, insanları, her şeyi okumak gerek. Her manada iyi okur olan yazarların yazdıkları o kadar güzel oluyor ki insan bir ömür unutamıyor.

İlk hikâye kitabınız Üç Yüzlü Ejderhanın Anlamsız Hikâyesi’nde bazıları satır arasında bazıları da gözle görünür olmak üzere eleştirel bir dil mevcut. Yazarların genelde de okumak istediği gibi hikâyeler yazmak istediğini varsayarsak, okuduğunuz metinlerde bir tenkit, derin gözlem ya da toplumsal bir tespit arar mısınız?

Hiç aramam, üstelik okumak istediğim tarzda yazdığımı da söyleyemem. Her tarzda hikâye okumayı çok seviyorum. İyi yazılmış olması şartıyla. Ancak kendi tarzıma yakın yazan kişilerin yazdıklarını okurken zihnimde başka bir bölüm açılıyor sanki. Diğer kitaplara baktığım gözle bakamıyorum, daha eleştirel okuyorum onları. Çok iyi yazılmış olanlarına imreniyorum, bazılarını ben yazmak istiyorum. Bazı konuları ben yazsam nasıl yazardım diye düşünüyorum. Bazıları da beni hemen bir hikâye yazmaya sevk ediyor.

Hikâyelerinizde bazen soyut bazen de somut zeminler üzerinde insan anlatılıyor. Zihnî çağrışımlara izin veriyorsunuz, yer yer postmodern teknikler kullanıyor ama yine de insanı en saf, gerçek duygularıyla ele alıyorsunuz insanı. Bu duygular da genelde acı, keder, kaçış oluyor. Mutluluk üzerine sarf ettiğiniz cümleler pek az. Buradan yola çıkarsak pek çok yazar için merak ettiğim soruyu size de sormak istiyorum. Yazma güdüsü olumlu duygulardan ziyade olumsuz duygularla mı açığa çıkmakta? Sait Faik’in “Yazmasaydım deli olacaktım.” dediği gibi anlarda mı gizli hikâye?

Bilmiyorum ki. Bence hikâyenin böyle kuralları yok. Çok kitap okuyup yazmaya gönül verince yerdeki taş bile insana hikâye yazdırabilir bazen. Açığa çıkması için herhangi bir duygu beklemeye gerek olmayabilir. Ben genelde duyguyu beklemeyenlerdenim. Hatta bazen duygularım yoğun olduğunda yazmaktan köşe bucak kaçarım. Çünkü duygularla yazdıklarımı zayıf buluyorum. Genelde sakin zamanlarımda bir kelime ya da cümle aklımda dönüp durur, böyle olunca bir gün bir hikâyemde geçeceklerini anlarım. Ama nerede, ne zaman, nasıl kullanacağımı bilemem. Bazen aniden zihnimde ışık yanar, aklımdan geçen her şey bir araya gelir ve hikâye olur. Böyle basitçe anlatıyorum tabii ama esasında basit bir şey değil bu. Yazılacak öykünün yükü tahmin edilenden ağır oluyor. Bu yükü sırtlanmak için duyguları, bilhassa olumsuz duyguları bekleyenler de vardır muhakkak.

Yazarların metinlerinden yola çıkarak kendileri hakkında yapılan yorumları çoğu zaman aşırı görmekle beraber, yazarın metninden bütünüyle ayrılamayacağını da düşünmekteyim. Hem bu düşüncemi hem de yukarıdaki iki soruyu da temel alarak sormuş olayım. Acaba okurlarınız hikâyelerinizden yola çıkarak Merve’ye biraz da olsun ulaşabilirler mi? Cevap evet ise nasıl bir Merve’ye ulaşırlar?

Yazdıklarımın çoğu şahitliklerimin neticesi. Elbette kendimden yola çıkarak yazdığım hikâyeler de var ama bunların sayısı diğerlerine göre az. Bir de bazen bazı öykülerde yola kendimden çıksam da hikâyenin devamında bir bakmışım anlattığım kişinin ya da şeylerin benimle uzaktan yakından ilgisi yok, bir yerde değişivermiş bir şeyler. Yani bence bana bütünüyle ulaşılamaz hikâyelerime bakınca ama hangi meselelerle derdim olduğu, nelerin öfkelenmeme neden olduğu, neleri değiştirmek istediğim kolayca anlaşılabilir.

Metinlerinizde genelde kadınlar için Zeynep ismini kullanıyorsunuz. Bu durumla okur olarak sık olmasa da karşılaşıyoruz. Ancak bu tercih hikâyelerinizi genelleyen bir tutum değil midir, öyle ki en saf duygularıyla başka başka insan hikâyelerini anlatırken bir anda aslında her güzel Zeynep diyor yazar bize. Sizce bu tutum karaktere ve hikâyesine haksızlık mı yoksa değil mi?

Aslında yazdıklarımı açıklamaktan kaçınırım genelde. Fakat şimdi oyunbozanlık yapmak istemiyorum, bu yüzden söyleyeyim, yazar burada her güzel Zeynep demiyor. Yani yola çıkış noktam o değil. Benim için o Zeyneplerin hepsi aynı kişi. Farklı olduğu düşünülüyorsa kabulüm. O noktada da türlü yorumlar yapılabilir üzerine fakat bu yorumları yapan ben olamam. Çünkü dediğim gibi, benim için bütün Zeynepler bir. Belki de benzer şeyleri yaşayan herkes ne kadar farklı olsalar da aynı kişidir. Kimisine Zeynep denir kimisine Leyla. Kimisi sarışındır kimisi esmer. Fakat aynaya baktıklarında aynı kişi yansır her seferinde, kim bilir?

 Son olarak edebiyat ve dergi ilişkisinden bahsedelim isterim. Sizce dergiciliğin edebiyata ve özel anlamda sizin edebiyatınıza katkıları nelerdir, dergide aktif faaliyetler yazı dünyasına karşı nasıl bir bakış sağlamakta?

Dergicilik, tembellik yapmanın önüne geçiyor. Dergi olmasa belki bir sene içinde okuyacağım kitapları birkaç ay içinde okuyorum. Hakkında yazmak gereken hususlar arttıkça biz de yazı temrini yapmış oluyoruz, kalemimize büyük katkısı oluyor bunun. Bir de günceli takip etmek oldukça kolaylaşıyor. Yeni çıkan hikâye kitaplarını takip etmekten farklı bir şey bu bence. Kitapların genelde bir vasatı oluyor fakat henüz kitaplaşmamış hikâyeleri okumak, bazılarının ilk hâllerini bilmek, edebiyat ortamına biraz daha hâkim olmayı sağlıyor.

 

Üç Yüzlü Ejderhanın Anlamsız Hikâyesi” kitabına ulaşmak için tıklayabilirsiniz.

 

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir