Sana Benzer Güzel Olmaz

Künye: Sana Benzer Güzel Olmaz, M. Fatih Köksal, Büyüyenay Yayınları, İstanbul, 2. Baskı, Mart 2018

***

Nazirelerin ne tür nazım şekilleri ile kaleme alındığına baktığımızda, başta gazel olmak üzere kaside, mesnevi, müstezad muhtelif musammatlar… hemen her çeşit nazım şekliyle nazireler yazıldığını görüyoruz. (syf.25)

Konusu esas alınan mesneviden farklılaşmış birtakım eklemeler çıkarmalar yapılmış mesneviler tereddütsüz nazire sayılabilir herkesin iştirak ettiği gibi Fuzuli’nin Leylâ vu Mecnûn’u bunun en tanınmış ve tipik örneğidir. (syf.29)

Nazire mesnevileri yazılışları bakımından sınıflandırdığımızda “Hem konu hem vezin hem de düzenlemiş biçimi bakımından aynı nazireler; düzenleniş biçimi ve vezin aynı, konuları farklı nazireler; konu olarak esas mesneviyle aynı, vezni farklı nazireler; düzenleniş biçimi aynı, işlenen konular ve vezin farklı nazireler; vezin, konu ve tertip şekli farklı olmakla birlikte sadece ‘tarz’ olarak benzeyen nazireler” şeklinde grupların oluştuğu fark edilir.” (syf.31)

Divan şiiri geleneğinde gazelin diğer bütün nazım şekillerinden ayrı ve özel bir yeri vardır. Gazel, nazım şeklinin yapısından gelen söyleyiş kolaylıkları dolayısıyla çok rağbet görmüş, şairlerin istidatlarını sergilemede en önemli mihenk taşı olmuştur. Fuzuli’nin Türkçe Divan’ının önsözünde

“Gazel bildürür şâ’irüñ kudretin
Gazel arturur nâzımuñ şöhretin” demesi bu yüzdendir. (syf.32)

Nazire tanımlarında genel olarak şu üç özellik üzerinde ittifak edildiğini görüyoruz:

  1. Örnek alınan şiirle, yani zemin şiirle veya model şiirle vezin birliği,
  2. Zemin/model şiirle kafiye, varsa redif birliği,
  3. Zemin/model şiirle söyleyiş (edâ), anlam ve hayâl benzerliği. (syf.37)

Mehmed Sâdık, asıl gazelle nazire arasında şu üç tür mertebe farklılığı bulunabileceğini söyler: Eşitlik, nazirecinin daha başarılı olması, asıl gazelin sahibinin edebi üstünlüğü.

…Yine Mehmed Sâdık’a göre tanzîr meydan okumak, ileri geçmek için olduğu kadar “ârzû-yı müsâvât” için de yapılır. (syf.48)

Esasen şairleri nazire yazmaya iten saiklerin tamamının özünde bir şekilde “özenme” ve “öykünme” vardır. Bu özenme ve öykünme, şiire karşı da, şaire karşı da, her ikisine birden de olabilir. Bunun gerekçesi “beğeni” ve “hayranlık” olabileceği gibi konunun psikolojik temelinde “hırs” ve “üstünlük iddiası” da bulunabilir. Ama sonuçta nazire yazan kişi nazireye esas olan şiiri bir şekilde temel ve model kabul etmiş ve onu izlemiştir. (syf.57)

Mecmuaların bir önemli tarafı da adına kaynaklarda rastlayamadığımız şairleri edebiyat tarihimize kazandırmış olmalarıdır. Nitekim Mecma’u’n-nezâ’ir’de, adına tezkirelerde ve sair biyografik eserlerde tesadüf edemediğimiz şairlerin sayısı 71’dir.

Yine Mecma’u’n-nezâ’ir’de divanı yayımlanmış şairlerin divanlarında yer almayan onlarca şiir mevcuttur. (syf.76)

Klâsik Türk şiirinin ilk oluşum evrelerinde yaygınlaşan nazire söyleme, zamanla bir gelenek hâlini almış ve önemini hiçbir dönemde yitirmeksizin bu şiirin devrini tamamlamasına kadar devam etmiştir. Hatta gelenek, Tanzimat, Servet-i Fünun ve Fecr-i Âti şairlerince de devam ettirilmiştir. Tabir caizse divan şiiri dönemini tamamlamış fakat onunla birlikte başlayan nazirecilik geleneği yoluna devam etmiştir. (syf.105)

Nazire yazarının örnek alınan şiiri geçmesi esastır. Bu açıdan bakıldığında; “nazirecilik Türk şiirinin köklü geleneği içinde belki en güç ve riskli bir şiir tarzıdır” (syf.108)

Âşık Çelebi Tezkiresi’nde, Bâkî’nin gazellerine nazire yapan Gubârî’nin padişahtan bağış beklerken padişahın bu bağışı Gubârî yerine Bâkî’ye yaptığı anlatılır (Tolasa 1983: 271). Bu anekdot, gelenekte “usta”nın ne derece önemli olduğunu gözler önüne sermektedir. (syf.111)

Nazirecilik geleneğinin, klâsik şiirimizdeki şekil ve anlayışıyla Cumhuriyet dönemine uzanan isimsiz temsilcileri de vardır. Bu durum, klasik şiirimizin yaklaşık sekiz yüz yıl, milletimizin sadece münevver kesimini değil, farklı kültür ve meslek dairelerinin geniş halk kitlelerini de cazibe merkezine çekmiş bir dili olmasına bağlanabilir. Bu edebiyat hem mekân hem zaman ve hem de çevre olarak çok geniş bir sahada müessir olmuş, beğenilmiş, işlenmiş, izlenmiş ve yaşatılmaya çalışılmıştır. (syf.131)

 

Aktaran: Oğuzhan Yılmaz

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir