Yalnızca zamanı belirtirken uzun uzun düşünmek zorunda kaldım, çünkü insanların her gün ‘bugün’ demelerine, dahası demek zorunda olmalarına karşın, benim için ‘bugün’ diyebilmek neredeyse imkânsız, örneğin insanlar bana bugün ne yapmak istediklerini bile anlattıklarında, çoğunlukla sanıldığının aksine, dalgın bakmaya değil, ama ne yapacağımı bilemediğimden, çok dikkatli bakmaya başlıyorum; ‘bugün’ ile aramda işte bu denli umutsuz bir ilişki var: Çünkü bu Bugün’ü ancak delicesine bir korkuyla ve koşarcasına yaşayabiliyorum, Bugün olup bitenler üzerine ancak böyle bir korkunun pençelerinde yazabiliyor ya da konuşabiliyorum; çünkü Bugün üzerine yazılanları hemen yok etmek gerekir; tıpkı bugün yazılmış ve yerine hiçbir Bugün’de varamayacak mektupların, bu nedenden ötürü yırtılması, buruşturulması, bitirilmemesi, yollanmaması gibi.
Ingeborg Bachmann, Malina
çev: Ahmet Cemal
***
Bataklıklardan geçerek ormana giren bu uzun patikayı kim mi açtı?
Knut Hamsun, Dünya Nimeti
çev: Behçet Necatigil
***
Yazın bu küçük mahalle kahvesinin bahçesine sık sık gittiğim için, karayelin, tipinin çılgınca savrulduğu akşam, içeriye girdiğim zaman yadırgandım.
Sait Faik Abasıyanık, Mahalle Kahvesi
***
Muhit değiştirmeyi, resimli bir kitabın sahifelerini çevirmeye benzetirim.
Samiha Ayverdi, Ateş Ağacı
***
M. De Norpois’yı ilk kez akşam yemeğine davet etmek söz konusu olduğunda, annem Profesör Cottard’ın seyahatte olmasına ve kendisinin de Swann’la bütün ilişkisini kestiğine hayıflanmıştı; hem profesör hem de Swann, hiç şüphe yok, eski büyükelçinin ilgisini çekerlerdi.
Marcel Proust, Çiçek Açmış Genç Kızların Gölgesinde, Kayıp Zamanın İzinde
çev: Roza Hakmen
***
Bir ev dolusu insandık, ama içimizde çalışıp aldığı haftalığı eve getiren tek kişi kardeşim Euclide’di.
Elio Vittorini, Fil
çev: Gönül Çapan
***
Gazetedeki ilanı üçüncü düşü gördüğüm gecenin sabahı okudum.
Bilge Karasu, Kılavuz
***
Mahmud takip edildiğini Beyazıt’ta farketti. Kapalı tramvay durağının gölgesine sindi.
Attila İlhan, Kurtlar Sofrası
***
Sebastian Knight 1899 yılının 31 aralık günü, yurdumun eski başkentinde dünyaya geldi. Kestiremediğim nedenlerden ötürü adının açıklanmasını istemeyen yaşlı bir Rus hanım, bana bir gün Paris’te tuttuğu günlüğü göstermişti.
Vladimir Nabokov, Sebastian Knight’ın Gerçek Yaşamı
çev: Fatih Özgüven
***
Bir zamanlar beden eğitimi öğretmenliği yapmış babam, düdüğünü saklamış. Sabahları çizgili, bol pijamasını çıkarmadan düdüğünü öttürüyor:
-Nazlıydın niçin geldin askere? Haydi kalk! Haydi kalk! Borazan gibi bir sesle bağırıyor.
Tezer Özlü, Çocukluğun Soğuk Geceleri
***
Klor kokulu hastane odası. Beyaz çarşaflar içinde yaşlı adam. Bembeyaz saçlar.
Ferit Edgü, Do Sesi, Do Sesi
***
Uzmanlar beni ele aldığında on altı yaşındaydım.
Aslı Erdoğan, Bir Delinin Güncesi, Bir Delinin Güncesi
***
Gide gide şehir bitti.
Mustafa Kutlu, Zafer Yahut Hiç
***
Sevdalanmaya gidiyormuşum meğer…
Melih Cevdet Anday, Raziye
***
Betonunda bile otlar biten bereketli Çukurova topraklarının dört bucağından, inceli kalınlı kollar gibi uzanan tozlu yollarda bir zamanlar develer, Bursa çift atlıları, çokluk da sabahlardan akşamlara, akşamlardan sabahlara dek, gıcır gıcır gıcırdayan kocaman tekerlekli öküz, camız arabaları olurdu.
Orhan Kemal, Eskici ve Oğulları
***
Olmaz ki ama dedim. Eninde sonunda Duras’ın Mavi Gözler Siyah Saçlar‘ını andıracak bir öykü yazmamı istiyorsun benden.
Tomris Uyar, Aramızdaki Şey, Aramızdaki Şey
***
http://www.incipitenstitusu.com ‘a tekrar teşekkürler.
1 Yorum