Ötekini Kovmak

Künye: Ötekini Kovmak, Günümüzde Toplum Algı ve İletişim, Byung Chul Han, Türkçesi: Mustafa Özdemir, Ketebe Yayınları, 1. Baskı, İstanbul, Mayıs 2023.

***

Aynının şiddeti, pozitifliği nedeniyle görünmezdir. Aynının aşırı çoğalması, kendisini gelişme ve büyüme olarak gösterir. Ancak, belirli bir noktadan itibaren üretim artık üretken değil, yıkıcıdır; bilgi artık bilgilendirici değil, deforme edicidir; iletişim artık iletişimsel değil, yalnızca kümülatiftir. (syf.8)

Aynı, biçimsizdir. Onda diyalektik gerilim eksik olduğu için, ortaya farksız bir yan yanalık, büyüyen bir ayırt edilemezlik yığını çıkar. Ancak ayrım düşünüldüğünde kendinden bahsedilebilir. Kendinin toparlayıcı doğası ayrımlaşmanın icrasında ortaya çıkar. Kendi, farklı olanı aynıda eşitlemeye yönelik her türlü çabayı dışlar. Kendi, farklı olanı kökensel bir birlikte toplar. Aynı ise, onu salt tekdüzeliğin yavan birliğinde dağıtır. (syf.8-9) 

Deneyimin özü, acıdır. Oysa aynı, acı vermez. Bugün acı, yerini aynıyı devam ettiren “like”a bırakır. (syf.9)

Dijital, Fransızcada numérique olarak ifade edilir. Dijital olan, her şeyi sayılabilir ve kıyaslanabilir kılar. Dolayısıyla aynıyı kalıcı hale getirir. (syf.10)

Para ancak zayıf bir kimlik bahşedebilir. Yine de kimliğin ikamesi olabilir çünkü en azından sahibine güvenlik ve huzur hissi verir. Buna karşın parası olmayanın hiçbir şeyi yoktur, kimlikten de emniyetten de yoksundur o. Kaçınılmaz olarak, hayali olana, örneğin kendisine çabucak bir kimlik sağlayan etnik-milliyetçiliğe sarılır. Bu esnada bir düşman uydurur; örneğin İslam’ı hedef seçer. Böylece, hayata anlam katan bir kimliğe kavuşmak için hayali kanallar aracılığıyla bağışıklıklar kurulur. İnsanın kendisi hakkında duyduğu kaygı, farkında olmadan düşmana karşı bir özlem uyandırır. Hayali düşman hızla bir kimlik sağlar. (syf.20) 

Öteki, istikrarlı bir kendiliğin oluşumu açısından kurucudur. Günümüz toplumu için önemli olan, her tür olumsuzluğun ortadan kaldırılmasıdır. Her şey düzleştirilir, pürüzsüzleştirilir. İletişim de hoşlukların değiş tokuşu seviyesinde düzleştirilir. Keder gibi olumsuz duygular herhangi bir dilden, herhangi ifadeden mahrumdur. Ötekinin yol açacağı her tür yaralamadan kaçınılır. Gel gelelim bu, kendine zarar verme olarak dirilir. Burada da ötekinin olumsuzluğunu def etmenin bir kendini yok etme sürecini beraberinde getirdiğine dair genel mantık doğrulanır. (syf.31)

Selfie-bağımlılığının da kendini sevmekle pek ilgisi yoktur. Yalnızlaşmış, narsisist benliğin boşta çalışmasından başka bir şey değildir. İnsan, içsel boşluk karşısında nafile bir şekilde kendini üretmeye çalışır. Yalnızca boşluk kendini yeniden üretir. Selfie’ler, boş biçimler içindeki kendiliktir. Selfie-bağımlılığı boşluk hissini keskinleştirir. Buna öz-sevgi değil, narsisist öz-referans yol açar. Selfie’ler, boşalmış, güvensizleşmiş bir benliğin güzel, pürüzsüz yüzeyleridir. (syf.32)

Heidegger’e göre kaygı, var olanlardan bambaşka deneyimlenen hiçlik karşısında uyanır. Olumsuzluk, hiçliğin uçurumsuluğu bugün bize yabancıdır, çünkü bir mağaza olarak dünya, var olanlarla tıka basa doludur. (syf.35) 

Bugün, Herkes’in niteleyen “her biri bir diğeri gibi” şeklindeki tek biçimlilik geçerli değildir. Bu tek biçimlilik yerini, görüş ve seçeneklerin çeşitliliğine bırakmıştır. Çeşitlilik, yalnızca sistemle uyumlu farklılıklara izin verir. Tüketilebilir hale getirilmiş bir ötekiliği temsil eder. Aynı zamanda aynıyı, tek biçimlilikten daha verimli bir şekilde sürdürür, çünkü görünürdeki, yüzeysel çeşitlilik nedeniyle, aynının sisteme bağlı şiddeti tanınamaz. Çeşitlilik ve seçim, gerçekte var olmayan bir ötekilik yanılsaması yaratır. (syf.36) 

Tüm olumsuzlukları yaşamdan uzaklaştırmaya çabalayan günümüzde, ölüm de sessizliğe bürünür. Artık konuşmaz. Elinden her dil alınmıştır. Artık “var olmanın bir biçimi” değil, aksine sadece, her yolla ertelenmesi gereken hayatın sonudur. (syf.37) 

Günümüzün kaygısı tamamen farklı bir etiyolojiye sahiptir. Ne her günkü uyumculuğun çöküşüne ne de uçurumsu bir varlığa dayanır. Aksine, her günkü uzlaşıda gerçekleşir. Bu kaygı, her günkü bir kaygıdır. Öznesi Herkes olmaya devam eder: “Ben, yönünü diğerlerine göre belirler ve artık ayak uydurabileceğine inanmadığında tökezler. […] Başkalarının birileri hakkında ne düşündüğü ve onların kendileri hakkında ne düşünüldüğü konusundaki tasavvuru bir toplumsal kaygı kaynağı haline gelir. Bireyi zorlayan ve yıkan nesnel durum değil, belirli ötekiler karşısında kısa çubuğu çekmiş olma duygusudur. (syf.40)

Günümüzde pek çok insan, başarısız olma kaygısı, geride bırakılma kaygısı, bir hata yapma veya yanlış karar verme kaygısı, beklentilerini karşılayamama kaygısı gibi yaygın kaygılarla karşı karşıyadır. Bu kaygı, başkalarıyla sürekli kıyaslama dolayısıyla pekişir. Bu, büsbütün öteki, bambaşka, tekinsiz, hiç karşısında oluşan dikey kaygının aksine, yatay bir kaygıdır. (syf.41)

Bugün, yeni bir yabancılaşma biçimi ortaya çıkmaktadır. Artık söz konusu olan dünyaya ya da emeğe yabancılaşma değil, yıkıcı bir kendine-yabancılaşma yani kendi kendinden yabancılaşmadır. Bu kendine yabancılaşma, kendini optimize etme ve kendini gerçekleştirme sürecinde meydana gelir. Performans öznesi kendini, örneğin kendi bedenini optimize edilecek işlevsel bir nesne olarak algıladığı anda, tedrici olarak kendine yabancılaşır. (syf.48)

Dijital düzen, dünyanın artan bir şekilde bedensizleşmesine neden olur. Bugün bedenler arasında giderek daha az iletişim vardır. Dijital düzen aynı zamanda eşyadan onun maddi doluluğunu, kütlesini, kendi ağırlığını, kendi hayatını, kendi zamanını çalıp, onu her an ulaşılabilir kılarak, karşı cisimleri yok eder. (syf.51)

Dijital Panoptikon’un sakinleri, kendilerini izleniyormuş, yani gözetleniyormuş gibi hissetmezler. Böylece kendilerini özgür hisseder ve gönüllü olarak kendilerini ifşa ederler. Dijital Panoptikon, özgürlüğü kısıtlamaz, onu sömürür. (syf.58) 

Kendiyle ilişkinin narsistik aşırı yüklenmesi, bizi ötekine karşı tamamen kör sağır kılar. Artık aynının dijital gürültüsünde ötekinin sesini duymayız. Böylelikle ses ve bakışa karşı dayanıklı, dirençli hale geldik. (syf.61) 

Düşünme, kendisini ötekinin olumsuzluğuna teslim etmeli ve ayak basılmamış olana doğru ilerlemelidir. Aksi halde aynıyı sürdüren pozitif bir işlemin seviyesine iner. (syf.66) 

Celan’a göre şiirin içinde “susmaya güçlü bir eğilim” barınmaktadır. (…) Hyperion’un doğanın karşısında tekrarlanan ‘Bütün varlığım susar ve kulak verir’ ifadesine gelince: susan varlığın gerçekten ‘kulak vermek’ ile bir ilgisi vardır, ‘bakmak’la değil. (syf.72) 

Şiir ve sanat ötekine yönelir. Öteki arzusu onların temel vasfıdır. Celan, Meridyen konuşmasında, şiiri açıkça öteki ile ilişkilendirmektedir: Fakat sanırım -bu düşünce sizi pek şaşırtmayacaktır- tam da bu yabancı uğruna -hayır, hayır, artık bu kelimeyi kullanamam- bir “Öteki” -ya da kim bilir belki de “büsbütün Öteki” – uğruna konuşma tavrı, öyle sanıyorum daima şiirin umutları arasında yer aldı. (syf.73)

Bir insanla karşılaşmak, Levinas’a göre, “bir gizem tarafından ayık tutulmak” demektir. (syf.81)

Gürültülü yorgunluk toplumu sağırdır. Buna karşın geleceğin toplumu, dinleyen ve kulak verenlerin toplumu olabilir. Bugün ihtiyaç duyulan şey, tamamen farklı bir zamanın başlamasına izin verecek bir zaman devrimidir. Ötekinin zamanını yeniden keşfetmenin vakti gelmiştir. (syf.87)

Aktaran: Oğuzhan Yılmaz

 

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir