Künye: Modern Dünyada Müslümanlar, Abdurrahman Arslan, İletişim Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 2013.
***
Batı’ya karşı bir muhalefet olarak başlayan ve önceki biçiminden farklı mahiyet ve oldukça seçici bir özellik taşıyan bu yeni ilişki biçimi/diyalog; kendilerinin tanımlamadığı bir gerçeklik ve bilgi anlayışının mecbur kıldığı değişim süreçlerini yaşamak durumunda kalan Müslümanlar’a, istememiş olsalar bile, aynı zamanda yeni bir “tarihe” katılmanın da kapılarını açmıştır. (sayfa 8)
İslâmcılığı, öncelikle modern dünyada yaşamak durumundaki Müslümanlar’ın bu dünya karşında geliştirmeye çalıştıkları entelektüel ve pratik tavırları olarak görmek mümkündür. (sayfa 9)
Artık biz Müslümanlar olarak bugün önümüze, kendisiyle ilgilenmemizi ve onu içselleştirmemizi mecburiyet olarak koyan bir “dünyada” yaşamaktayız; mesele onun istediği onayı verip vermemekte düğümlenmiş haldedir. (sayfa 11)
Bu yeni durum kökten bir kopuş olmasa bile kendisini meydana getiren coğrafya üstündeki insanlara ait 15 yüzyıllık bir geleneği, inanma ve yaşatma biçimini, kültürü, toplumsal yapıyı, üretim ve tüketim biçimlerinden toplum modeline kadar her şeyi kökten nitel bir değişime uğrattı. (sayfa 16)
Özellikle 18. yüzyılın ikinci yarısından başlamak üzere sarı, siyah, beyaz derili insanlar modernitenin getirdiği meselelere yerli çözümler arayışına girmeye başladılar. (sayfa 17)
Bundan dolayı modernitenin meydana getirdiği “nimetler” olarak kabûl edilen Coca-Cola’lar, klima cihazları, Mercedes’ler, Sony’ler, kompütürler, tek tek Konfüçyüs’ü, Lao-tzu ve Budha’yı fethettiler, yuttular ve zafere ulaştılar. (P. L. Berger, 1986: 103) (sayfa 18)
Çelişkili görünse de modern dünya dışındaki hemen hemen tüm kültürlerin insanları bu yeni gücün, modernitenin araçlarını kullanarak eski düzenlerini bunlara tekrar, yeniden inşâ etmek, kurmak girişiminden (J. M. Roberts 1985: 401), yine de hiçbir zaman vazgeçmemişlerdir. (sayfa 18)
Öte yandan en uzun ve başarılı mücadeleyi aydınların pek yakın durmadıkları Sufi geleneğin temsilcilerinin yürüttüğünü göz ardı etmek mümkün değildir. (sayfa 21)
Modern dünyada hüküm sürmekte olan bu değişim kendisini ilerleme olarak tanımlayınca her toplum bunun gerekli bir “ilaç” olduğuna karar vererek mecburen “edinme” yollarını aramaya başlamış olur. (sayfa 21)
Bu grubun diğeri ile paylaştığı hedefe ulaşmakta modern toplumun büyüklüğünü iki-alana ayırarak; geri olduğumuzu, fakat dinin terekkiye/ilerlemeye mani olmadığını sürekli olarak ispata çalışmıştır. (sayfa 24)
Bu her halükârda “form”u muhafaza etmenin İslamî olmaya yeteceğini varsaydığından içerik üstünde yapılabilecek değişikliklere fazla önem atfetmediği gibi üstelik içeriğin değişimi talebinde bulunmuştur. (sayfa 24)
İki-alan fikrini peşinen kabûl etmiş bir zihin yapısı, seküler, dolayısıyla modern bir zihin yapısına sahip olduğu açıktır. (Sayfa 27)
Benzeri görülmemiş özelliklerin oluşturduğu krizle veya modern güçlerle karşılaşan Müslüman ümmet dünya ölçeğinde hesaplaşmak zorunda kalırken, İslâmcı aydınların kurtuluş olarak bu güçlerin elindeki araçların tümüne sahip olmayı önerdiklerine, böyle olması gerektiğine kara verdiklerine önceki kısımlarda değinmeye çalışmıştık. (sayfa 29)
Fakat diğer taraftan da, kanımıza göre, kendisine aynı silahlarla karşı çıkılması, kendi rasyonelliği ve güç diyalektiği içinde modernitenin de arzu ettiği bir yoldu. (sayfa 29)
Modernitenin dinamik süreçlerine katılmaya başlayan Müslümanlar’ın farklı ya da muhalif söylemlerin sözcülüğünü farkına varmadan yapmayı “özgürlük” olarak algılamaları kendi içinde bir tehlike taşımaktadır: Bu da, modern bağlam içinde kalarak “muhalif” söylem üretmektir. (sayfa 34)
Modernleşmek isteyen bütün toplumlar ve bu teknolojik araçlara duyulan özlemin sonucu olarak, o araçlara ilişkin bilgilere de sahip olmak istediklerinden sömürgecilik kendisini bu toplumsal yapılar içerisinde ilerleme/kalkınma olarak devam ettirdi. (sayfa 35)
Eğer din bulunduğu kabın şeklini almaktan çok, ona şekil veren bir olgu olarak algılanıyorsa, onun da toplumsal dokuyu kendi amacı doğrultusunda oluşturmak isteyeceği kaçınılmazdır. (sayfa 36)
Demek ki, bir şeyin sadece Müslümanlar’ın elleri ile inşâ edilmesi İslâmî olmaya kafi gelmemektedir. Bu anlamda İslâmî/tevhidi olanı inşâ etmek aynı zamanda araçların kendisi ile zorunlu ve kaçınılmaz birliktelik içerir. İster kavramsal düzeyde, ,sterse maddi düzeyde olsun, araçlar üstünde yeniden düşünmek zorunlu ve hayatî görülmektedir. (sayfa 43)
Kâinat ve onun içindekiler ilişkin farklı bir algılamayı mümkün kılan yeni tasavvur biçimi, eşzamanlı olarak Hıristiyanlığa ait cennet anlayışının gökten yeryüzüne “naklinin” de mümkün olacağına insanı inandırmıştır. (sayfa 52)
Aktaran: Rıdvan Güngör
2 Yorum