İdeolocya Örgüsü

Künye: İdeolocya Örgüsü, Necip Fazıl Kısakürek, Büyük Doğu Yayınları, Ekim 2013, İstanbul.

***

Doğuş olmaya doğuş… Doğu olmaya Doğu… En doğrusu Doğunun doğuşu… (Sf. 10)

Doğu, ruha, Batı da maddeye, dürbünün doğru tarafıyla bakmış; Doğu maddeye, Batı da ruha, aynı dürbünün tersini çevirmiştir. (Sf. 39)

Buhranımızın Tanzimattan Meşrutiyete, Meşrutiyetten Cumhuriyete ve Cumhuriyetten İkinci Dünya harbine gelince kadar süren üç merhale, ufak tefek kemiyet farklarıyla, hesapsız ve kitapsız batıya hayranlık, dünyayı ve nefsini müşahede altına alamamak hastalığının yekpareleştirdiği bir bütündür. (Sf. 55)

Düşünemediğimizi düşünmedikçe düşünebilmekten uzak yaşayacağız. Düşünce milleti olmadığımızı bilmekte, kurtarıcı düşüncenin ilk şartı vardır. (Sf. 72)

Biz, hangi milleti ve siyasî zümresi olursa olsun, Avrupalının hoşuna gittikçe ve alkışını topladıkça, böbürlenmek yerine başımızı taştan taşa vursak daha iyi ederiz. (Sf. 78)

Dâvanın İslâmiyeti anlatmaktan başka bir şey olmadığına, yeni baştan kendi ruh kökümüzü muhasebe ve murakabe etmekten başka bir iş bulunmadığına; kaybettiğimiz kıymetleri öz bahçemizde kuyuya düşürüp sonra şaşkınlar gibi sokak sokak ve iklim iklim dışarıda kıymet aradığımıza inanıyoruz! (Sf. 104)

İnsanın fikirle gördüğüne karşı hisle takındığı değerlendirme edâsı, ahlâktır. Fikir, “niçin?”i ahlâk da “nasıl?”ı cevaplandırır. (Sf. 113)

Meşrutiyet yapanlarca belki de şuursuz, fakat yaptıranlarca tam şuurlu olarak, doğrudan doğruya İslâm ruh ve bütünlüğünü mahvetmek için girişilmiş bir harekettir! (Sf. 154)

Beklediğimiz inkılâbın dış vasıtalarına, ancak, bunların iç desteklerini beslemek şuuruyla el atabiliriz. Su bulunmadan boru döşenemez. (Sf. 200)

İslâm inkılâbının günlük politika üstünde, iç oluşu dışarıya doğru örnekleştirici, bütünleştirici ve kadrolaştırıcı büyük siyasî, millî, ruhî dâvası Asyacılıktır. (Sf. 213)

İslâm inkılâbının cemiyetinde, işsiz, daha yerinde bir tabirle içtimai faaliyetsiz tek ferd yoktur. (Sf. 220)

İslâm inkılâbının, ruhunu dökeceği kalıp gençliktir. (Sf. 231)

Uçurumdan kendisini atan parçalanır; bunu herkes bilir ve kimse uçurumun bu kat’î ve riyazî şartını bir müsamahasızlık veya merhametsizlik diye karşılamaz. İşte “Başyücelik Devleti”nde ceza ölçüsü her şeyden evvel şu hikmete bağlıdır ki, orada ceza, nasıl olsa işlenilmeye mahkûm bir suçun mümkün mertebe hafif karşılanmasını gözetici yumuşak bir âkıbet değil, asla yapılmaması gereken hareketlerin sırf yapılamaz olmasını temin için konmuş kat’î mânialardır. (Sf. 310)

Bizim üniversitelerimizin adı “Külliye”dir. Millî şahsiyet ve şuurun ilmî ocağını temsil edecek olan müesseseyi yabancı bir kelimeyle isimlendirmekteki abes düşünülemez.  (Sf. 351)

Şapkanın kabulü sırasında bir Fransız fıkracısı şöyle yazmıştı: “Türkler şapkayı kabul ettiler ve başlarına geçirdiler. Manzaraya bakan onun ruha değil kelleye geçirildiğini anlar. Bu da inkılâb demek olmaz!”.. Teşhis doğrudur: Ruh, başına geçireceğini taklitle almaz, kendisi bulur. (Sf. 372)

“Büyük Doğu”nun kafasında, bir Mebuslar Meclisi değil, bir “Yüceler Kurultayı” yaşamakta; ve bu “Yüceler Kurultayı”nın kürsüsünde “Hakimiyet milletindir” levhası yerine “Hakimiyet Hakkındır” düsturu ışıldamaktadır. (Sf. 396)

Hürriyet için hürriyete talip milletler, kendi kendilerinin esiri olmaktan kaçarken başkalarının esiri olmaya mahkûm… (Sf. 425)

Şu son zamanların mahut tekerlemesiyle, bir yerde insanı gerici diye damgalayıcı bir tip gördünüz mü, hemen hükmünüzü veriniz: Bu tip, sadece ucuz klişelerle geçinen bir ezberciden, sahte nispetler kuran bir hokkabazdan, bir zamâne yobazından başka bir şey olamaz. (Sf. 459)

Makineyi yapan ve birbirini doğuran makineler manzumesini bizzat yapamadıkça veya bir gün onu yapmaya doğru bir şuur ve plân sahibi olunmadıkça, makineleşmek esarettir. (Sf. 476)

Hırsıza, yankesiciye, kâtile göre, polisin bulunduğu yerde demokrasi eksiktir. (Sf. 502)

Aktaran: Muhammet Emin Oyar

DİĞER YAZILAR

1 Yorum

  • Yesil_kalb , 21/04/2016

    Rasim Özdenören

    İdeolocya Örgüsü”nün düşünsel karakteristiği

    İdeolocya Örgüsü Necip Fazıl’ın siyasal fikirlerini içeren, siyasal örgütlenme “modeli” öngören ve kendisinin baş eserim dediği ürünüdür. Bu eser, bir kerede değil, uzun yıllara yayılmış bir yazılma sürecinin sonucu ortaya çıkmıştır.

    Kitap 11 bölümden oluşmuştur: 1. Adımız, Davamız, Manâmız, 2. Doğu ve Batı Muhasebesi, 3. Türkün Muhasebesi, 4. Ana Kaynak: İslâm, 5. Tarih Hükmü: Nasıl Bozulduk, 6. Beklediğimiz İnkılap, 7. Beklediğimiz İnkılabın Yönleri, 8. Devlet ve İdare Mefkûremiz, 9. Temel Prensipler, 10. Hal ve Manzara, 11. Çilemiz ve Davamız.

    Tam 500 sayfalık kitabın nerdeyse her cümlesi derin ve kesin bir İslâmî asabiyetle kaleme alınmıştır.

    Bizce, kitabın en dikkate değer bölümlerinden biri “Devlet ve İdare Mefkûremiz” başlığını taşıyan 8. bölümdür. Bu bölümde üstat, sınırları kesin, hatta katı, cetvelle çizilmişçesine parsellenmiş bir toplum ve devlet düzeni öngörür. Burada öngörülen düzen demirden bir disiplin içinde yürütülmek üzere tasarlanmıştır. Bu düzen devleti öne alır, birey devletin hizmetine verilir. İşlenen suçlar için şiddetli cezalar öngörülür. Mesela kumar fiilini ika edene uygun görülen ceza şudur: “Kumar fiilinin herhangi bir cepheden suçlusu, cezasını görmeye sevk edilmeden evvel, bulunduğu mevkiin umumi bir mahallinde, göğsüne şu yafta yapıştırılmış olarak tulûdan guruba kadar teşhir edilecektir: ‘Türk ahlâk inkılabının 1 numaralı haini, kumarbaz!'”/”Kumar fiilinin mükerrer suçlusu, vatandaşlık haklarından düşürülür, hudut dışına çıkarılır ve memleket içindeki bütün hak ve mülkiyetlerinden mahrum edilir.” (s.289).

    Üstadı, böylesine sert müeyyideler uygulamaya sevk eden sebepler vardır. Bir kere üstat felsefede rasyonalist damarın mensubudur. Onda yalnız toplum düzeni değil, fakat şiir düzeni de rasyonalist düşüncenin kesin etkisi altındadır. Her şey, insan ve şiir, insan ve devlet, insan ve toplum ve bunlara ilişkin her şey hendesî ve riyazî bir disipline ve sıkı bir düzene bağlanmıştır. Her türlü trend de bir hesap üzere düşünülür. Üstat mekanizme karşıdır, fakat öngördüğü toplum düzeni bir mühendislik ürünüdür. Bu toplumsal ve siyasal düzen planlamacı bir zihniyetle inşa edilmek istenir. Planlamacı zihniyet, aynı zamanda geleceği belirlenmiş bir modeli esas alır. Bu da, gene son tahlilde, rasyonalist telâkki tarzının geleceği şimdiden tayin etmek isteyen zihniyetinin bir tezahürüdür.

    Üstadın siyasal fikirlerinin teşekkül etmeye başladığı 1930’lu yıllar Doğu’da sosyalist/komünist düzenin, Batı’da faşizmin ve nazizmin ortalığı kasıp kavurduğu bir döneme rastlar. Diktatörlüklerin toplumsal/siyasal düzeni riyazî ve hendesî bir disiplin, hatta baskı altında tutma eğilimi ve onun totaliter karakteri, ağır sanayiin ve askerlik mesleğinin isterleriyle de örtüşmektedir. Üstadın rasyonalist kafasının yansıttığı idealizmin, kökende askerî eğitim almış olan bir zihniyete uygun düşeceğini tahmin etmek zor değildir. İlk gençlik yılları askerî bir disiplin içinde geçen, daha sonra bankacılık mesleğinin içinde kılı kırk yaran bir bilanço disiplini içinde dolu dolu bir on yıl geçiren ve felsefe tahsili esnasında Bergson’a öğrencilik etmiş bir şahsiyetin, böylesine bir çelik disiplini benimsemiş olmasını yadırgamamak gerekir.

    Ancak mesela Maverdî’nin devlet örgütlenmesini öngören El-Ahkâm-ı Sultaniye’si ile İdeolocya Örgüsü’nü karşılaştırdığımızda, ikisi arasında şu esaslı farkı gözlemleriz: birincisi olanı tasvir etmeye teşebbüs ederken, ikincisi (İdeolocya Örgüsü) “olması gereken”i hedef alır. Kitabın, belki yadırganacak yanı da burada ortaya çıkar: İslâm aslında apiriori bir devlet düzeni öngörmemesine rağmen, üstat böyle bir devlet tasavvurundan yola çıkar ve buradan ütopik bir “model”e ulaşır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir