Elli Yılın Öyküsü

Künye: Elli Yılın Öyküsü, Rasim Özdenören, İz Yayınları, İstanbul, 2017.

***

Hastalar ve Işıklar

  • Binlerce şu kadar günlük ömrü boyunca hep o gıcırtılı tramvaylarda, durmadan adını heceleyen trenlerde, dile gelmez acılarını inleyerek anlatan kamyonlarda boyuna gulyabanilerden kaçmış, yakalanmamak için tükenircesine yorulmuş, kaç otel odasında gözlerini o gammaz ışıklara açmış, hangi yönlere, bilmediği nerelere koşmuş, kaçmıştı. Ne acıklı aldanış! (Çark, s. 18)
  • Ve sokağım. Hangi bir yanından baksam benim değil, benim çocukluğumun değil. Koşsam bu sokak o değil. Yıllardan sonra, yorgun geçen bir yolculukla, içli davetlerle beni bekleyen evime dönüyorum. (Ricat, s. 20)
  • Onca artık her şey birdenbire durmuş gibiydi. Sonsuz, bitmez bir durgunluğun içine yerleşmiş, soluklara, kitapların sayfalarına sinmiş, yalnız, tek bir şey vardı: her yandan koşarak peşimizi izleyen, günün birinde bir köşe başında usulca eteğimizi çekiştirerek yanımıza sokulan, dostumuz olan, kristalden geçen bir ışık gibi ağır ağır varlığımıza yayılan ölüm. (Pus, s. 24)
  • Ne? Hiçbir zaman bitmeyecek olan, hep eksik kalacak olan bir şey. Gerilerde bir şey bir çürük et parçası gibi kayboluyordu. Sanki hiç olmamışça, belirsiz, açık olmayan o kendi yokluğuna dönüyordu. Bir şey yok oluyordu. Korkmadan, bu yokluğun ne olduğunu düşünüyordum. Aynadayım ve bir çürük gibi.. Kısa ve dik baktım kendime. (Yankı, s. 77)

Gül Yetiştiren Adam

  • Okuyamadığı, okumaya fırsat bulamadığı ya da daha başından okuyamayacağını bildiği kitaplar aldı, masanın üstüne, etajere, şuraya buraya bırakıp unutup gitti, yenilerini aldı. (s. 122)
  • Kimseyle bir ilişkisi yoktu. Demek ki bir etkinliği de yoktu. Öyleyse, bütün bir ömür kendisini aldatmaktan başka bir şey yapmış değildi. Korkunç bir şey, diye düşündü, daha önce nasıl fark edemedim bunu? Yoksa protesto ediyorum diye korkumu mu gizlemeye çalıştım ben? (s. 141)
  • Ama bizi başkalarının gözünde değişik kılan yeni durumlarda takındığımız tavır oluyor. Bakıyorsun mütevazı bir çiftçi birden başkan oluveriyor, o zaman, içinde bulunan gizli despotluk eğilimi bakıyorsun ortaya çıkmış. (s. 167)

Çözülme

  • Umutsuz hareketsizlikten daha kötü bir şey düşünülemez insan için, diyordu. İşte bütün o günlerin ve gecelerin toplam acısı bir âna sıkışmış, onu git gide daralan bir çember içine almıştı. Babası, yatağında iki büklüm, elini karnına bastırmış kıvranırken ne yapacağını kestiremez, anlamsız ve yararsız olduğunu bile bile, ıslak avuçlarıyla babasının alnını ovardı. (Ölünün Odaları, s. 247)
  • Öylesine gösterişsiz bir hizmet edişi vardır ki, varlığında kimse ondan olduğunu anlamamaktadır. Ama bir gün hasta düşse, evin derli topluluğu hemen yitmektedir. Yemek vakitleri düzensizleşmektedir. Evde her şey çok hızlı bir değişmenin ve eskimenin içine düşmektedir. (Aile, s. 269)
  • Bir anda, öyle sınırsız, anlamsız bir sevince kapıldı ki, gidip bacısının elinden yarenlik olsun diye çöpünü kaptı, havaya atıp tuttu, çöpünün ebediyen elinden gittiğini sanıp korkan, böylece gözleri faltaşı gibi büyüyen bacısının yapık saçlarını sevgiyle avuçladı. (Çözülme, s. 284)

Çok Sesli Bir Ölüm

  • Yaşamak için niye burayı seçtiklerini kimse bilemezdi, belki şu dağın ardı daha elverişli bir toprak, yani daha elverişli bir hayat vaat ediyorken, niye bu taşlı dağların arasında böylesine verimsiz bir kovuk seçilmişti bilinmezdi, kendilerine daha uygun bir yer gösterilse bile buradan katiyen ayrılmak istemezlerdi. (Çok Sesli Bir Ölüm, s. 326)
  • …birbirlerine bakmadan, birbirlerine bakma gereğini duymadan, ama birbirlerine bakıyor olduklarından daha çok görerek yan yana kaldılar. (Sabah Aralığı, s. 355)
  • Adamınsa daha güçsüz bir vücudu vardı. Daha doğrusu kendini öyle sanır, hemen hastalanacağından korkar, yeni bir işe girişmekten hep belli bir çekingenlik duyardı. Tembellikten değildi bu. Bambaşka, anlaşılmaz duyguların kölesi gibiydi. Karısının gözünde bir pısırıklık, beceriksizlik anıtı olarak durduğunu sezerdi. (Kan, s. 364)

Çarpılmışlar

  • Bir yerlerden birilerinden belki bu küçük bu umacı kasabadan kaçar gibi kendinden bile gizlenmeye çalışarak sessiz sessiz yürüyordu. (Arasat, s. 439)
  • … tek başınaydı hani kıyamette diye anlatırlar ya milyarlarca ve milyarlarca insan arasında tek başınasın bütün korkularınla bütün günahlarınla veballerinle başbaşasın ve onları boynuna yüklenmiş olarak umutsuz bir içgüdüyle başını ordan oraya vurmaktasın ama nereye dönsen kendi benliğinin günah tortusundan başka bir şeyle karşılaşmamaktasın. (Sedir Yaprağı, s. 513)
  • İtler diye söylendi itler hayvanlar biri adam olsaydı bir teki adam olsaydı şimdi ben de öteki esnaflar kadar hatırı sayılır bir para babası olurdum işten değildi oğullarım bunlar benim haydutlar boğazlanmış bir tavuk gibi yoldular beni daha da yoluyorlar daha da yoluyorlar yoluyorlar yoluyorlar imansızlar Allahtan korkmazlar. (Işımamıştı Sabah Daha, s. 533)

Denize Açılan Kapı

  • Toprak rengi yapraklar. Tekerlerin altından ıslak çıtırtıları duyuluyor. Güz. Gene böyle bir günde miydi? Eksilmiş, bitmiş olan neydi acaba? İçimi burkan – neydi? (Ocak, s.583)
  • Kelimesiz konuşmaya alışılmıştı bu evde. Gereksiz söz edilmezdi. (Sabahın Seher Vaktinde Aman, s.599)
  • … karanlıkta perdelerin arkasına çekilerek beklemeyi, sabırla – hayır, bu kelime yanlış kullanılmıştır, çünkü kendini yiyerek tükettiğinin bilincindedir ve asla sabırlı değildir – beklemeyi bilir, sabırsızca diretir, caymayacaktır. (İt, s.623)

Kuyu

  • Her şeyin kolaycacık olacağını, olup biteceğini düşünmüştü, belki gene öyle olacaktı. Fakat bu küçük kentte kendini yitireceği aklına gelmemişti. Her şeyi önceden bilen birinin rahatlığıyla bulabileceğini sanıyordu, fakat küçük kentin derinliklerine doğru yürüdükçe umudu nerdeyse tükenmekteydi. (s. 648)
  • … daha önce kendini hiç sılası olmayan biri diye düşünürken şimdi çok sılalı biri hâline gelmişti, gittiği, geçtiği, geçip gittiği her yer sılası olmuştu, her birini tek tek özlüyordu. (s. 688)
  • O, boyuna, gideceği bir yeri sorup durmuştu, kendini hep bir yerleri sorarken yakalıyordu. Akşam yemek yerken karşısına gelip oturan köpeğe bile yol sormuştu. (s. 718)

Hışırtı

  • Öyleyse yüklen! Daha çoğunu, ondan da çoğunu yüklen! Yüklenmek istedikçe sana yük yükleyen birileri daima bulunur. ̶ Ama anlamaya çalış beni: ben diyorum ki, yüklenmiş olduğumu bırakmak istiyorum. (Mevsim Sonu, s. 757)
  • Ne zaman insanlara yaklaşmayı denese içinde kuzey rüzgârları estiğini daha çocukluğunda keşfetmişti. Onunla konuşanlar, başka nasıl niteleyeceklerini bilemediklerinden onun ne kadar sakin biri olduğunu ve konuşmasının ne kadar da sükûnet dolu bulunduğunu söylerlerdi. Oysa farklı bir şey vardı: iticilik. Ve onu nitelemek için bu bile azdı. İtici olandan itilip gidilebilirdi, oysa onun o soğuk (buna kimileri sükûnet diyor) tutumu ve soğuk konuşması tam itici de değildi, belki biraz korku bile verdiği söylenebilirdi. İtici, korkutucu ve sakin olan bu konuşma, işte, her nasılsa, insanlara cerbezeli de gelirdi. Bu cerbezeye kapılanlar ona yaklaşmak istediklerinde, işte o gizil maniaya çarparlar ve ona yaklaşma arzuları orada tuzla buz olup giderdi. (Buzdan Volkan, s. 762)
  • “Belki de açığa çıkartılan sır, açığa çıkartıldığına güceniyordur. Mahremiyetine, gizliliğine ilişilmiş oluyor ne de olsa..” (Kumsalda, s. 807)

Ansızın Yola Çıkmak

  • Yollara düşüyor böylece. Bulamamanın umutsuzluğu büyüdükçe araması çoğalarak.. (Bir Kapının Önünde, s. 872)
  • Yola çıktığında, önünü kesen otobüs kâhyasının: “Yolculuk nereye?” sorusuna, “Nereye götürüyorsunuz?” diye sormuş ve asla aklından geçirmediği bu kente doğru yola çıkmıştı. Sonra da ilk mola yerinde o otobüsü bırakmış, orada rasgele duran bir otobüsün muavinine: “Boş yeriniz var mı?” sorusuna “evet” cevabını alınca bu otobüse binmişti. (İçi ve Dışı, s. 881)
  • Böyle böyle nereye değin gidebilirim? (İskelet, s. 929)

Toz

  • “Kızım, diyordu ninesi, günün birinde nasıl olsa evlenirsin, dikkat et, evleneceğin herif seni senin onu seveceğinden daha çok sevsin!” Böyle bir olguyu nasıl denetleyeceğini söylememişti. Böyle bir şey nasıl denetlenebilirdi, nasıl denenebilirdi? Buna rağmen böyle bir şey başına geldiğinde onu anlayabilecekmiş sanır, avunurdu. Böylece evlenme önerilerini ite ite bu günlere gelmişti. Bu günlere.. artık kendini genç olarak görmeyi unutalı nerdeyse yıllar oluyordu.. (Güller, s. 942)
  • “O aslında onlardan kaçmazdı. Ama onda öyle bir anlatım bulunurdu ki, bu anlatım, kimsede ona yaklaşma hususunda cesaret bırakmazdı. (Dolambaçta, s. 962)
  • Derbeder, gelişigüzel giyinmiş görünenler bile öyle görünmek için titizlenmişlerdi. (Menzilsiz Yolculuk, s. 1017)

İmkânsız Öyküler

  • Ona, aklından geçirdiği saçmalıkları aktarmaya çalıştı. Arkadaşı kafa dengi, onun bombardımanına, aynı türden silahla ve aynı türden mermiyle karşılık verdi. (Baş, s.1048)
  • Trene birlikte bindik. Ama birlikte trene binen iki kişi her zaman aynı yolu birlikte kat etmiş olmuyor. Bu da öyle bir şeydi. Birlikte yolculuk yapıyorduk, ama yollarımızı ayırmıştık. (İki İstasyon Arasında, s. 1072)
  • Yüzleri bir de yanlış anlaşılmanın aynasına tutulmuşsa? Birileri onları uyarmadıkça onlar birbirini yanlış anladığını ebediyen bilmeden öylece kalacaktır. (Burgaç, s. 1121)

Uyumsuzlar

  • Birbirine dokunmak isteyen eller, bir heykeldeki el gibi birbirine dokunamadan duruyordu. Ellerin birbirine dokunacağı sanılıyor; dokunmaya ramak kalıyor, fakat heyhat, o dokunma anı, havada asılı kalıyordu. (Ölü Dünya, s.1262)
  • Yalnız bırakılmak istemeyenlerle yalnız kalma derdinde olanlar köprünün iki ucunda birbirine bakıyor… Köprünün iki yanında… O hangi yandaydı? (Kanayan Yıl, s. 1335)
  • Onu aldatan, ayartan ağaç değildi, ağaç da eninde sonunda bir bahaneydi… Bütün bu olup bitenler ağaca küsmeyi gerektirmiyor. Ondan uzak durmayı da… Hele ona sırt çevirmeyi hiç… Ağaç orada duracaktı. Kendi de burada… (Yumruk, s. 1344)

 

Aktaran: Nur Cihan Şeker

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir