Distopik Cinnetten Kaçmak Mümkün mü?

Distopik Cinnetten Kaçış, Yunus Emre Özsaray’ın gerçek ile hayalin iç içe geçtiği on dört hikâyesiyle okur karşısına çıktığı son kitabı. Eser, Cinnet Tarihine Dibace ve her birinde yedi hikâyenin bulunduğu Alt ve Üst olmak üzere iki bölümden oluşuyor. Hikâyelerde hayalin sınırları içinde, dış dünyanın bıraktığı izlenimlerden hareketle yeni bir dünya kurularak belleğin kaydı tutulurken, anlatının yönü zaman zaman dış dünyaya yani hayata çevriliyor. Cinnet Tarihine Dibace ise her iki bölümdeki hikâyeleri kapsayan, düşünülen ve tasarlanan gerçekliğin farklı görünüş ve kılıklarda nasıl ortaya çıkacağını betimleyen bir önsöz… Dibacede, şehir tasavvuru üzerinden bir şehri şehir kılan, hikâyesini oluşturan ne varsa -tarihiyle, coğrafyasıyla ve tüm değişimiyle- görmenin mümkün olduğu bir vakit aralığına – gecenin son ve sabahın ilk demleri arasındaki vakte- dikkat çekilir. Hikâyenin bu vakit aralığında, gözlerin kapanmasıyla başlayacağı söylenir ve tüm hikâyelerin bir arada yaşanması, tarihin hercümerç, zamanın altüst olacağına dair detaylarla bir çerçeve çizilir. Dibaceyle olayların bu çerçeve içinde -anlatıcının kurmaca gerçekliği içinde- meydana geleceği anlaşılır, ancak hikâyelerin çoğunda olaylar değil, anlatıcının izlenimleri, düşünceleri ve dış dünyadan alınan görüntüler ön plandadır.

Eserde, yedisi Alt’ta yedisi Üst’te olmak üzere on dört ayrı hikâye yer alsa da Distopik Cinnetten Kaçış’ın esas hikâyesini oluşturan ve her biri esas hikâyenin bir parçası olan Saatlerle Oynama Enstitüsü, Muhayyile Saltanatından Kısa Görüntüler, Hikâye Geldi Kokuya Dayandı, Distopik Cinnetten Kaçışın Muhtasar Anlatısı ve Abbuş’u birbirlerinin devamı olarak ele almak mümkün. Çünkü bu beş hikâye, asıl anlamını birlikte değerlendirildiğinde kazanır. Bu şekliyle yukarıda adı geçen hikâyeleri bir bütün olarak ele alırsak, ilk üç hikâyede anlatıcının dış dünyadan alıp dönüştürdüğü gerçekliğin Distopik Cinnetten Kaçışın Muhtasar Anlatısı’nda karşımıza çıktığını söyleyebiliriz. Anlatıcı aynı zamanda kurgulanan hikâyenin yazarıdır. Nitekim Saatlerle Oynama Enstitüsü’nden Distopik Cinnetten Kaçışın Muhtasar Anlatısı’na kadar, korona salgını günlerinde anlatıcının gece yarısı başlayıp sabaha kadar izlediği, insanlık tarihinin anlatıldığı belgeselin ve türlü çağrışımların etkisiyle şekillenen muhayyilesini takip ederiz. Birbirinin ardı sıra kurulup yıkılan bu hayal dünyasında ve görülen rüyalarda, esas hikâyenin –Distopik Cinnetten Kaçışın Muhtasar Anlatısı’nın- kurgusunu oluşturacak ayrıntıları da okuruz. Örneğin Saatlerle Oynama Enstitüsü’nde uykuya yatan anlatıcı, Muhayyile Saltanatından Kısa Görüntüler’de Covanni Efendi’nin sır kâtibi olarak uyanır. Bundan sonra hem anlatıcının hem de Covanni Efendi’nin rüyası anlatılır. Burada rüya kavramı, sadece görülen düş anlamında değil, gerçekleşmesi istenen, arzu edilen hayal anlamıyla da karşımıza çıkar. Covanni Efendi’nin arzusu, salgından asırlar sonrasını anlatan Distopik Cinnetten Kaçışın Muhtasar Anlatısı’ndaki her şeyin anlamsızlaştırıldığı, kutsal addedilen ritüellerle insanların tanrılaştırıldığı yenidünya düzeniyle aleladeliğin egemenliğini kurmaktır. Distopik Cinnetten Kaçışın Muhtasar Anlatısı’nda Covanni Efendi’nin bu rüyasının gerçekleştiği bir dünya tasviri görülür. Bu iki hikâyenin köprüsü sayılabilecek Hikâye Geldi Kokuya Dayandı’da ise kurmaca dünyanın büyüsüne kapılan, gerçek ile hayal arasında gidip gelen anlatıcının zihinsel savrulmalarının ardından bilincinin uyanması anlatılır. Bu hikâyenin geneline yayılan, bahsi geçen kokunun yoğunlaştıkça şehrin sessizliğe bürünmesi, azaldıkça şehrin curcunasının odaya dolmasıyla sanki bilincin uyku ile uyanıklık arasındaki hâli imlenir. Koku, bilincin kapanmasıyla yoğunlaşarak anlatıcıyı kurmacanın imkânı içinde türlü zihin oyunlarına açık hâle getirir. Bu hikâyede, kurmacayı oluşturan, gerçek ile hayalin birbirine karışan sınırları içinde dolaşan zihnin durumu esastır. Anlatıcı, tüm çağrışımların etkisinden sıyrıldığında, kendisini bilgisayar başında, yüzlerce harflerden ibaret bir metnin karşısında bulur ve gözlerini son kez Distopik Cinnetten Kaçışın Muhtasar Anlatısı için kapatmasıyla esere adını veren hikâye başlar. Bu şekilde birbirine bağlanan hikâyelerde, kapanıp açılan gözlerle zaman ve mekândaki değişimler, gerçek ile hayal arasındaki geçişler fark edilir duruma gelir.

Distopik Cinnetten Kaçışın Muhtasar Anlatısı, temelleri asırlar öncesinde korona salgını günlerinde atılan, dijitalleşmiş, herkesin ve her şeyin verilerden ibaret kaldığı, mahremiyetin insanların parmak uçlarına yerleştirilen çiplerle ortadan kaldırıldığı, iradenin karşılığında ölümsüzlüğün verildiği dünyadan ölümlülerin dünyasına kaçan Abdullah Faruk’un hikâyesidir. Ancak sorgulayanların alt sınıf olarak sayıldığı bu dünyada, iradenin alınması onları hayatsız yani hikâyesiz kılar. Bu sebeple Abdullah Faruk, anlatıcıdan ısrarla kendi hikâyesini anlatmasını isterken aslında varlığına bir delil arar. Fakat anlatılan hiçbir hikâyenin -hatta kendi hikâyesinin bile- kendisine ait olduğuna ikna olmaz. Abdullah Faruk’u ölümün kıyısında ağlatan yaşayamadığı hayatıdır. Abbuş ise anlatıcının “Sana senin olsun diye yazılmış bir hikâye” notuyla Abdullah Faruk’a ithaf ettiği, bir bütünün parçası olarak değerlendirdiğim hikâyelerin sonuncusu. Abbuş da psikoterapi ofisinden “ölmek istiyorum” diye bağırarak kaçan Abdullah Faruk’u anımsatan, köyün delisi namıyla tanınan, mezarlıklarda kuşla kurtla arkadaşlık ederek köy ahalisinin dedikodusuna konu olan, nihayet sırra kadem bastığında ötelerin adamı olduğu söylenecek biridir. Köylülerin Abbuş’un ardından söylediği “Hiç kimse onu görmedi. Zaten öte tarafın adamıydı, geldiği yere döndü, gitti” cümlesinin bu sebeple sadece Abbuş için değil Abdullah Faruk için de söylendiğini düşünebiliriz. Bu hikâyede anlatılan, masal kisvesiyle karşımıza çıkan Abdullah Faruk’un kendisidir. Böylece Distopik Cinnetten Kaçışın Muhtasar Anlatısı, Abbuş hikâyesiyle sona erer. Muhayyile Saltanatından Kısa Görüntüler’de uzaklardan duyulan nal seslerinin Abbuş’un köyünde yankılanması hikâyeler arasında kurulan son bağlantıdır. Distopik Cinnetten Kaçışın Muhtasar Anlatısı’nın bu girift yapısı, Abbuş’tan sonraki hikâyelerde görülmez. Bu hikâyelerin kendi içinde değerlendirilebilecek, müstakil metinler olduğunu söyleyebiliriz. Genel itibariyle Distopik Cinnetten Kaçış’ın tema bütünlüğüne uygun olarak gerçeğin ve hayalin iç içe geçtiği bir anlatımı vardır. Rüya motifi bu hikâyelerde de karşımıza çıkar. Bu şekliyle eserin genelinde, bir sis bulutunun içinde yer alan, yüzlerin silik, zamanın belirsiz, mekânın zeminsiz olduğu bir kurmaca dünyanın atmosferi hâkimdir. Distopik Cinnetten Kaçış’ın gerçeğe en yakın durduğu yer, özellikle İsrail zulmünün, boykotun, duyar kılığında görünen duyarsızlığın hatırlatıldığı Göğüs Kafesimde Besliyorum Bir Hayvan; Starbucks, Livyatan ve Deniz Kızları; Lilith’in Kulları ve Rim Kuşları ve Selfie hikâyeleridir.

Kurmaca, her okunuşunda yeniden yorumlanıp anlamlandırılabilen katmanlı metinler olduğu için, okuyana ve okunduğu zamana göre anlamın sınırları genişleyip daralabilir. Bu bakımdan Distopik Cinnetten Kaçış’ın yüzünü ilk okumada hemen göstermeyen, hikâyeler arasındaki bağlantıların okundukça fark edildiği, hem kurmacayı oluşturan süreci hem de günümüz dünyasının bugünü ve yarınını eleştirel bir gözle ele alan katmanlı bir eser olduğunu söyleyebiliriz.

Nur Cihan Şeker

 

 

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir