Yüz Elli Kilo Kâğıt Kaç Kestaneli Pasta Eder?

Ne düne kafa yoruyordu, ne de yarına. Sadece en iyi bildiği işi yaptığını düşünüyordu. Kâğıt topluyordu Ekrem. Neredeyse sırtında taşıyordu el arabasını. Yazın sıcağı yoktu onun için. Hava bozmuş, kar yolları kapatmış, trafik altüst olmuş, vapurlar işlemez olmuş, uçaklar uçamıyormuş ona ne. Umursamazın teki değildi elbette. Umursuyordu. Ufacık iğne batmasına homurdanan insanlara benzemekten korkuyordu çünkü. Geçip gidilen bu handa yola düşmekten, yolda düşmekten şüphe etmeden yaşamayı düşünüyordu. Ne çok şey düşünüyordu aslında Ekrem. Ne çok düşünüyordu da ardında bıraktığı vaktin endişesini hiç mi hiç sırtlanmak istemiyordu. Haklıydı da. Onu böyle mi yapsaydım, bunu böyle mi etseydim, şunu keşke evvelce akıl etseydim gibi yakınmalardan uzak, düşünüyordu; ardına yasladığı arabasını tin tin çekerken.  Arsa, tarla, yat, kat, avrat işlerinden başı çorak bir araziye dönmüş, yakınında, yöresinde yolunacak tüy bırakmamış ev sahibi mahkeme kararıyla onu kapının önüne koyduğunda karın yağışını sadece kâğıt toplayamayacağından dolayı endişeyle karşılamıştı. Yoksa evden çıkarılması ona koymadı. Çoluk çocuk, kış kıyamet ortalık yerde kalakalan insanları aklına getirip kendi durumunu çok şükredecekler listesinin başına yazdı. Bir cigara yaktı. Evin önünde, kaldırımın kenarına kurulmuş ve eşyalarının birer ikişer çıkarılışının ardından sıkıntı duydukça Suriye’deki insanların hallerini düşünmeye başladı. O düşündüğü yüz binlerce insan yaşadığı şehir olan İstanbul’da yola düşmüşlerdi, belki de kaçtıkları yerden değil, buradayken yolda düşmüşlerdi. Bakın siz, şu ne düne ne de yarına kafa yoran adama! Felsefesi şuydu Ekrem’in: Kendi sınırlarını bilenler düş kurmaktan haberdar değildir. Onlara ancak rüyalarınızdan bahsedebilirsiniz. Yoksa sizin hayal dilinizi anlayamazlar.

Ne Heidegger’e pabuç bırakır bir göz vardı Ekrem’de ne de Kant’a. Sorsanız Kant kimdir diye size şekerli sıcak su yanıtını verecektir. Alman felsefesi onun dünü, bugünü anlamasına ön ayak oluşturmuyordu. Fakat ne var ki Aristo’ya derin bir saygı duyuyordu. Onu cahil sınıfına sokmaya kalkmayın sakın. Arkasında yürüttüğü o iki tekerli çuval var ya. O var yaaaa hiçbir şey değil dünyamız için! Sadece geri dönüşüm tesislerinin iftiharı sayılabilir. O kadar çevreci adam tanıdı hâlbuki Ekrem. Fakat ne hikmetse hiç birinden bir plaket, bir aferin görmedi. Her biri de yanından geçerken ona korkan gözlerle baktı. Onu tinerci, berduş, ayyaş gördü. Pis kokması da cabasıydı. Ah be Ekrem ne kafana takıyor gibisin şu hayatı ne de hiçbir ayrıntıyı kaçırmıyor gibisin. Ne olacaksın böyle? Evinin önünden doğrulup bir bardak çay için havanın bu soğuğunda çarşıya inmek için yarım saat yürümesi gerekmediğinden yol boyu içinizi daha fazla acıtacak hislenmeler, duygu boşalımı cümleleri okunmayacaktı. Oh be! Hemen yan binanın altı cafeydi. İki ay önce internet cafeydi de şimdi normal kafeye döndürmüşlerdi. Eeee artık her evde bir bilgisayar, yetmedi bir akıllı telefon, o da yetmedi bir de aypet dedikleri Newton fiziğinin boş yere ortaya konmadığını ispatlayan güzelim cihazlar var. Neyin internet kafesi Allah aşkına! Kime lâzım? Kafeye girip çay söyledi. Çayı getiren çocuk, “Abi kuru kuru gitmesin, istersen kurabiyem de var.” Dedi. Ekrem, “Evladım. Kurabiye söylemedim. Çay söyledim. Bu da gayet ıslak bir şey…” deyince çocuk başını hafifçe öne eğerek masadan uzaklaştı. Ekrem bu, mecazdan filan anlamaz. Olabildiğince gerçekçi yaklaşır hadiselere. Kar, ne de güzel yağıyordu. Ekrem “Bugün kâğıt da çıkmaz şimdi” diye mırıldanıyordu. Tek derdi buydu sanki. Evini boşaltıyorlar Ekrem! Dımdızlak ortada kaldın. Bu gece başını nereye koyacaksın? Üstüne üstlük eşyalarını da haciz yoluyla aldı ev sahibi. Ulan iki kuruşluk eşyası vardı garibimin. Çoğu ikinci elciden alınmış, elden düşme, kıçı kırık eşyalar. Haraç mezat sat satabilirsen. Televizyonu bile tüplüydü. Ev sahibi, eşyaların kepazeliğine homurdanıyordu bir yandan. Artık bir toplu iğnesi bile yoktu Ekrem’in. Çantasına doldurduğu giysilerinin bir kısmını da her kış olduğu gibi sokakta yatıp kalkan evsizlere verecekti. Çayın dibini çeken Ekrem iki liralık çaya beş lira bıraktı. Kıt kanaat yaşamanın gerçek refleksiydi bu. Bahşiş verirken, kendisinden daha düşkün birine yardım ederken, dostlarına çay, simit ısmarlarken hiç mi hiç eli titremezdi. Saçlarını tarayıp aşklarını düşünmüyordu ama bugünün sonunda en azından helalinden bir yüz kiloluk kâğıt toplamayı düşünüyordu. Arabasını aldı. Ev sahibi ardından sesleniyordu. Hiç oralı bile olmadı Ekrem. İki kira borcunu bir hafta içinde ödeyecekti. Eşyaları para etmiyordu. Taş çatlasın yüz liralık mal çıktı evden. Hepsi ıvır zıvır… Geriye kalan dokuz yüz lirayı hafta başında ev sahibine verecekti. Bunu düşündü sadece. Kimseye tek kuruş borcu olmadı bu zamana kadar. Geçinebilmesi için her gün en azından yüz elli kilo kâğıt toplamalıydı. Bu hesaba göre ay sonunu ucu ucuna denk getirebiliyordu. Gelgelelim bu hesabı hiç düşünmüş değildi.

Düne kafa yormaz, yarına bakmaz, ancak ve ancak içindeki zamanın kendisinden istediği şeyler ölçüsünde yaşardı. Mesela günün birinde arkadaşları onun karşısına çok sevdiği kestaneli pastayla çıkageldiğinde kâğıt toplayarak geçimini sürdürdüğünü unutacak kadar afallamıştı. Bu sürpriz onun için ulaşılmaz derecede lükstü çünkü. Kestaneli pasta dediğin 35 liraya satılıyordu. Kazandığı parayla hiç yoktan ayda bir tane alabilirdi. Fakat kestaneli pastanın kendisi için lüks bir yiyecek olduğu fikri yoksulluğunu unutturabilirdi ona. Bundan korkuyordu işte. Çıktığı yolda, yüz kızartıcı haramlara bulaşmaktan korktuğu kadar, içinde bulunduğu haliyle çelişmekten ve böylece ölmekten de korkuyordu. Yolda düşmek onun için bu anlama geliyordu. Aslında o yarını adı gibi iç cebinde saklıyordu da bunu kimselere çaktırmıyordu. Hali ezber edilmesin diye uğraşıyordu ve dışarıdan kimse ona “düşmüş” dememeliydi. Aman efendim! Ekrem’e düşmüş dersek kendimize ne diyeceğiz? Ekrem! Heyyy sana söylüyorum! Ardından köpükler çıkartan milyon liralık bir teknenin motorundan çıkan sesine sahip olmanın hayaliyle yaşamak nasıl bir şeydir bilir misin? Bilemezsin ve bunu anlayamazsın Ekrem! Yolda düşmeyi seçenler hayal dili ve edebiyatından hep çakarlar. Otur, sıfır Ekrem.

Mehmet Erikli

DİĞER YAZILAR

4 Yorum

  • Terjek , 18/01/2016

    Asıl soru şu:

    Biz niye böyleyiz?

  • Mahmud Armud , 06/01/2016

    Herkes kendi derdini en büyük sanıp,dertleriyle yaradana ve çevresine kibir yapma amacında.Lakin anlasak burası imtihan dünyası.Ne demişler derman aradım derdime;derdim bana derman imiş.Ekrem reyize selamlar.

  • sena , 06/01/2016

    Ah be Ekrem ne kafana takıyor gibisin şu hayatı ne de hiçbir ayrıntıyı kaçırmıyor gibisin. Ne olacaksın böyle? :)

  • yunus f. , 05/01/2016

    kağıt toplayıcıları… toplumsal adalet… sosyal eşitsizlik… yoksulluk… gelir dağılımı…

    sorsanız Kant kimdir diye size şekerli sıcak su yanıtını verecektir :)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir